DR. MURAT ERGÜVEN
ABD Merkez Bankası (FED)- Kuruluşu, Politikaları ve Küresel Etkisi

Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans 

ABD MERKEZ BANKASI (FED): KURULUŞU, POLİTİKALARI VE KÜRESEL ETKİSİ

Finansal krizler, ekonomik istikrarsızlık dönemleri ve belirsizlikler, tarihin her döneminde ulusların para politikalarını şekillendiren temel faktörler olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası (Federal Reserve System – FED), işte tam da bu tür krizlere çözüm bulmak amacıyla 1913 yılında kurulmuştur. Ancak FED’in doğuş hikâyesini tam olarak anlamak için öncesinde ABD’nin yaşadığı finansal krizleri ve bu krizlerin nasıl bir ihtiyaç doğurduğunu bilmek gerekir.

FED Öncesi Finansal Krizler

FED kurulmadan önce ABD’de merkezî bir bankacılık sistemi yoktu. 19. yüzyıl boyunca ülkedeki bankacılık sistemi özel bankalara ve eyalet bazlı düzenlemelere dayanıyordu. Bu durum, finansal istikrarsızlıkları ve bankacılık paniklerini beraberinde getirdi.

  • 1837 ve 1857 Panikleri: Bankaların yetersiz rezervleri nedeniyle büyük iflaslar yaşandı.
  • 1873 Krizi: Demiryollarına aşırı yatırım nedeniyle yaşanan ekonomik çöküş, kitlesel işsizlik ve deflasyon dalgasına sebep oldu.
  • 1893 Krizi: Bankalara yönelik güvenin kaybolması büyük sermaye kaçışına ve durgunluğa yol açtı.
  • 1907 Bankacılık Krizi: J.P. Morgan’ın şahsi müdahalesiyle büyük bir ekonomik çöküş engellenebildi, ancak bu durum ABD’nin bir merkez bankasına olan ihtiyacını açıkça gösterdi.

Bu krizlerin ardından, finansal istikrarı sağlamak ve para politikalarını düzenlemek amacıyla ABD Kongresi 1913 yılında Federal Reserve Yasası’nı (Federal Reserve Act) kabul etti ve FED doğmuş oldu.

FED’in Kuruluşu ve Amacı

ABD Başkanı Woodrow WilsonNelson AldrichPaul Warburg ve dönemin güçlü finansörleri (J.P. Morgan, Rockefeller) tarafından şekillendirilen FED, 23 Aralık 1913’te resmen kuruldu.

FED’in kuruluş amaçları şunlardı:

  • Bankacılık paniklerini önlemek,
  • Para arzını düzenlemek,
  • Enflasyonu ve işsizliği kontrol altına almak,
  • Finansal sistemin istikrarını sağlamak.

FED, bağımsız bir merkez bankası modeli olarak tasarlandı ve 12 bölgesel Federal Reserve Bankası’ndan oluşan bir yapı kuruldu. Bu model, hem devlet kontrolünü hem de özel sektör katılımını içeriyordu.

FED’in Uyguladığı Politikalar

FED, para politikalarını belirlemek için çeşitli araçlar kullanır:

  1. Faiz Politikası: FED, faiz oranlarını belirleyerek ekonominin büyümesini ya da yavaşlamasını sağlar.
  2. Açık Piyasa İşlemleri (OMO): Tahvil alım ve satımları ile piyasadaki para miktarını düzenler.
  3. Zorunlu Karşılık Oranları: Bankaların rezerv tutma zorunluluklarını belirler.
  4. Likidite Sağlama: Ekonomik krizlerde piyasaya dolar enjekte ederek büyük çöküşleri engeller.

FED ve Dünya Bankası İlişkisi

FED, doğrudan Dünya Bankası’nın bir parçası olmasa da küresel ekonomi üzerindeki etkisi nedeniyle dolaylı bir bağa sahiptir. Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelere kredi sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik ederken, FED’in faiz politikaları bu ülkeler için hayati önem taşır. FED faiz artırdığında dolar güçlenir, bu da borçlu ülkeleri zor durumda bırakır.

FED’in Küresel Merkez Bankaları Üzerindeki Etkisi

FED, küresel para politikalarının belirlenmesinde kilit bir oyuncudur. ABD doları rezerv para birimi olduğu için FED’in aldığı kararlar diğer ülkelerin merkez bankalarını da doğrudan etkiler.

  • Avrupa Merkez Bankası (ECB), İngiltere Merkez Bankası (BOE), Japonya Merkez Bankası (BOJ) gibi büyük merkez bankaları FED’in politikalarına paralel kararlar almak zorunda kalır.
  • FED’in dolar swap anlaşmaları, diğer merkez bankalarına finansal krizlerde likidite sağlar.
  • Küresel finansal krizlerde FED, diğer ülkelerin merkez bankalarına dolaylı müdahalelerde bulunur.

FED, 1913’ten bu yana ABD ekonomisinin ve küresel finans sisteminin en güçlü düzenleyici organlarından biri olmuştur. Faiz politikalarıyla finansal piyasaları yönlendirir, kriz anlarında piyasaya müdahale eder ve küresel ekonomide belirleyici bir rol oynar. Dünya ekonomisi üzerindeki etkisi nedeniyle, FED’in aldığı her karar sadece ABD’yi değil, bütün dünyayı ilgilendiren bir mesele haline gelmiştir.

“Hiçbir Şeye Sahip Olmayacaksınız ama Mutlu Olacaksınız” 

Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans 

BÜYÜK SIFIRLAMA: KAPİTALİZMİN KONTROLLÜ ÇÖKÜŞÜ MÜ? 

Kapitalizm, uzun süredir faiz, enflasyon ve borç mekanizmasına dayalı bir sistem üzerine kuruluydu. Ancak, bu sistemin sürdürülemez olduğu ve kaçınılmaz bir krizle karşı karşıya olduğu artık daha belirgin hale geldi. Sermaye yoğunlaşması, gelir adaletsizliği ve borç ekonomisi, sistemin kendi iç dinamikleriyle çökmesine yol açacak unsurlar oluşturdu. 

Ancak, bu sistemin aktörleri (büyük finans kurumları, merkez bankaları, küresel finans elitleri) bu çöküşü öngördüler ve sistemin kendiliğinden yıkılmasına izin vermek yerine, kontrollü bir dönüşüm süreci başlattılar. “Great Reset” (Büyük Sıfırlama) olarak adlandırılan bu süreç, krizleri bir araç olarak kullanarak mevcut düzeni yumuşak bir şekilde dönüştürmeyi ve yeni bir ekonomik modele geçiş yaparak gücü ellerinde tutmak için plan yapıyorlar.

Bu makalede, kapitalizmin neden sürdürülemez hale geldiğini, pandemiler ve diğer krizlerin nasıl bir dönüşüm aracı olarak kullanıldığını ve yeni dünya düzeninin hangi ekonomik modeller üzerine inşa edilmek istendiğini ele alacağım. 

Kapitalist ekonomik modelin temel sorunları uzun yıllardır tartışılıyor. Ancak son yıllarda bu sorunlar daha da derinleşti ve büyük bir çöküş tehlikesi ortaya çıktı. 

  • Faiz ve Enflasyon Döngüsü 

Merkez bankaları, ekonomik büyümeyi sürdürmek için sürekli para basıyor ve faiz politikalarıyla piyasaları yönlendirmeye çalışıyor. Ancak, itibari para sisteminde basılan her yeni para, aslında bir borç olarak üretiliyor. Bu borçların faiz yükü, zamanla ekonomik sistemi tıkıyor ve enflasyonu artırıyor. 

  • Servet Yoğunlaşması ve Ekonomik Durgunluk 

Büyük sermaye sahipleri piyasayı domine ettikçe küçük ve orta ölçekli işletmelerin rekabet gücü azalıyor. Bu durum, piyasayı hantallaştırıyor ve büyümeyi yavaşlatıyor. Zengin ile fakir arasındaki uçurum giderek derinleşirken, alt sınıfların ekonomik sistemdeki etkisi zayıflıyor. 

  • Borç Mekanizması ve Ekonomik Balonlar 

Modern ekonomiler, sürekli borçlanma ve spekülatif büyüme üzerine kurulu. Ancak, borçların geri ödenemediği noktada ekonomik krizler kaçınılmaz hale geliyor. 2008 Küresel Finans Krizi bunun en somut örneğiydi.  Bu sebeplerle, sistemin kendiliğinden çökmesine izin vermek yerine, kontrollü bir şekilde küçültülerek yeniden yapılandırılması gerektiği fikri, küresel finans aktörleri tarafından benimsenmiş görünüyor. 

Kapitalizmin sürdürülemez hale geldiğini gören küresel elitler, “Great Reset” (Büyük Sıfırlama) adı verilen bir program başlattılar. Bu programın temel amacı, büyük bir ekonomik patlama ve çöküş olmadan sistemi yavaş yavaş küçültmek ve yeni bir ekonomik düzen kurmak. Bu süreçte pandemiler, ekonomik krizler ve diğer küresel olaylar birer araç olarak kullanılıyor olabilir. 

  • Pandemiler ve Küresel Krizler 

Pandemi, küresel ekonomiyi yavaşlatmak ve kontrollü küçülme sürecini hızlandırmak için bir fırsat sundu. Küçük ve orta ölçekli işletmeler kapanırken, büyük şirketler daha da güçlendi. Halkın ekonomik bağımsızlığı azalırken, devletlere ve büyük kurumlara bağımlılığı arttı. 

  • Varlık Transferi 

Pandemi sürecinde milyarderlerin servetleri katlanarak artarken, orta sınıfın büyük bir bölümü ekonomik çöküş yaşadı. Büyük şirketler ve finans kurumları, küçük oyuncuları piyasadan silerek varlık transferi gerçekleştirdi. Pandemi sırasında küçük işletmeler kapanırken, Amazon, Google, Microsoft gibi dev şirketler rekor karlar elde etti. 

  • Dijital Para ve Finansal Kontrol Mekanizması 

Küresel elitler, fiziksel paradan dijital paralara geçişi teşvik ederek finansal kontrolü artırmayı planlıyor. Merkez Bankası Dijital Paraları (CBDC) ile kimin hangi parayı nasıl harcadığı tamamen izlenebilir hale gelecek. Dijital ekonomiyle birlikte, insanların ekonomik özgürlüğü daha da kısıtlanabilir. Devletler ve bankalar kimin hangi parayı nasıl harcadığını tam olarak kontrol edebilir. 

  • Yeni Sosyal ve Ekonomik Model:

“Hiçbir Şeye Sahip Olmayacaksınız ama Mutlu Olacaksınız” 

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) gelecekle ilgili öngörülerinde, bireysel mülkiyetin azalacağı belirtiliyor. Bunun yerine “kullanım ekonomisi” yaygınlaştırılarak, insanlar artık satın almak yerine kiralama, paylaşım ekonomisi ve abonelik sistemleri üzerinden bir yaşam sürmeye teşvik ediliyor. Bu sistem, insanların finansal bağımsızlığını kaybetmesine ve büyük şirketlere daha bağımlı hale gelmesine neden olabilir. 

Büyük Sıfırlama sürecinin ardından, kapitalizmin yerine nasıl bir ekonomik sistem geleceği büyük bir soru işareti. Ancak bazı olası senaryolar şunlar: 

  • Teknokratik Finans Sistemi 

Dijital para ve merkezi finans kontrolüyle devletlerin ve büyük şirketlerin bütün finansal akışı izlediği bir sistem. Bireylerin ekonomik hareketliliği daha fazla denetlenebilir hale gelebilir. 

  • Sınırlı Özgürlüklerle Hibrit Kapitalizm 

Özel sektörün varlığını sürdürdüğü, ancak büyük ölçüde devlet ve küresel aktörlerin yönlendirdiği bir ekonomi. Bireysel mülkiyetin azalmasıyla birlikte “paylaşım ekonomisi” modeli yaygınlaşabilir. 

  • Alternatif Ekonomi Modelleri 

Altın veya reel varlığa dayalı yeni bir para sistemi oluşturulabilir. Kripto paralar ve blokzincir teknolojisiyle merkeziyetsiz finans (DeFi) modelleri gelişebilir. Ancak bu modeller, küresel finans sistemine entegrasyonları olmadığı sürece büyük ölçekli bir değişim oluşturamayabilir. 

Mevcut sistem, kendi sürdürülemezliğini (çöküşünü) fark ettiği için kontrollü bir yıkım ve dönüşüm sürecine girmiştir. Amaç, ani bir çöküşe (büyük patlama) yol açmadan, toplumsal huzursuzluğu tetiklemeden ve mevcut güç dengelerini koruyarak sistemi yeniden şekillendirmektir. Kapitalizm mevcut haliyle sürdürülemez bir noktaya gelmiştir. Küresel elitler, bu kaçınılmaz dönüşüm sürecini kendi çıkarları doğrultusunda yöneterek güçlerini korumayı amaçlamaktadır.

Büyük Reset, bir yandan ekonomik sistemi küçültürken, diğer yandan da büyük sermaye sahiplerinin gücünü pekiştirdiği bir süreç olabilir.  

Gelecekte nasıl bir ekonomik modelin ortaya çıkacağı belirsiz olsa da bireysel ve ulusal finansal bağımsızlığı kaybetmemek için yeni ekonomik sistemleri dikkatle takip etmek gerekiyor. Bugün yaşanan krizler, sadece mevcut sistemin hatalarından kaynaklanmıyor; aynı zamanda geleceğin yeni ekonomik düzenine geçiş sürecinin bir parçası olabilir. 

Altın Standardı, İtibarî Para ve İslâm Ekonomisinde Üretim-Para İlişkisi

Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans

ALTIN STANDARDI, İTİBARİ PARA VE İSLÂM EKONOMİSİNDE ÜRETİM-PARA İLİŞKİSİ

Para, ekonomik sistemlerin temel unsurlarından biri olup yalnızca bir değişim aracı değil, aynı zamanda üretim, servet dağılımı ve ekonomik istikrarın sağlanmasında kritik bir faktördür. Tarih boyunca farklı parasal sistemler geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Altın standardı, itibarî para ve kaydî para gibi sistemler, ekonomik istikrar ve para arzı politikaları açısından farklı sonuçlar doğurmuştur.

Bu makalede, altın standardının tarihsel süreci, itibarî para sisteminin ortaya çıkışı ve İslâm ekonomisinde üretim ile para arasındaki ilişkinin analizi yapılacaktır. Ayrıca, “Piyasaları Gözetim ve Denetleme Merkezi (PGDM)” modeli ile paranın üretimle doğrudan bağlantılı olduğu alternatif bir iktisadî yapı önerilmektedir.

1. Emtia Para ve Altın Standardı: Tarihsel Süreç ve Sonlanışı

Altın standardı, para biriminin belirli bir miktar altına eşit olduğu ve serbestçe altına çevrilebildiği bir sistemdir. Tarih boyunca altın ve gümüş gibi değerli metaller para olarak kullanılmıştır. Bu metallerin kıtlığı ve kolay taşınabilir olması, onları ideal bir değişim aracı yapmıştır. Altın standardı, 19. yüzyılın başlarında İngiltere tarafından resmen benimsenmiş ve Sanayi Devrimi ile birlikte hızla küresel çapta yayılmıştır. 19. yüzyıl boyunca birçok gelişmiş ülke bu sistemi uygulamış, böylece uluslararası ticarette istikrarlı bir değişim aracı oluşturulmuştur. Bu modelde merkez bankaları ve hükümetler, ellerindeki altın rezervlerine bağlı olarak para arzını belirler. Altın standardı, fiyat istikrarını sağlama noktasında başarılı olsa da bastığı para karşılığında yeterli altın rezervi bulunmadığı için 1971 yılında ABD Başkanı Nixon altın standardını sona erdirmiştir.

Altın standardının tarihsel gelişimi şu şekilde özetlenebilir:

  • 1870-1914: Altın standardının klasik dönemi; birçok gelişmiş ülke bu sistemi benimseyerek uluslararası ticarette istikrarlı bir değişim aracı oluşturmuştur.
  • I. Dünya Savaşı (1914-1918): Savaş harcamalarının finansmanı için birçok ülke altın standardından uzaklaşarak itibari para sistemine geçmiştir.
  • 1925-1931: İngiltere ve bazı ülkeler altın standardına dönüş yapmaya çalışmış ancak küresel ekonomik krizler nedeniyle sistem istikrarsız hale gelmiştir.
  • Bretton Woods Sistemi (1944-1971): ABD doları altına endekslenmiş, diğer para birimleri dolara bağlanmıştır.
  • 1971: ABD Başkanı Richard Nixon, doların altına çevrilebilirliğini kaldırarak altın standardını sona erdirmiştir.

1.1. Altın Standardının Avantajları ve Dezavantajları

Altın standardının en büyük avantajlarından biri enflasyonu kontrol altında tutmasıdır. Çünkü para arzı, altın rezervlerine bağlı olduğu için hükümetler keyfi şekilde para basamaz. Ancak, altın standardı ekonomik krizler sırasında esnek olmayan para arzı nedeniyle likidite sıkıntısı oluşturabilir. Ekonomik büyümeyi desteklemek için yeterli altın rezervi bulunmadığında, piyasalarda likidite sıkıntısı yaşanabilir.

2. İtibarî Para Sistemi-Miktar Teorisi ve Paranın Üretimle Bağlantısı

Altın standardının terk edilmesiyle itibarî para sistemine geçilmiştir. 1971 yılında Bretton Woods sisteminin sona ermesiyle birlikte, dünya çapında itibarî para hâkim olmuş, bu sistemde paranın değeri tamamen devlet otoritesine ve piyasadaki güvene dayanmıştır.

Milton Friedman tarafından geliştirilen Miktar Teorisi, para arzındaki artışın enflasyona yol açacağını savunmaktadır. Ancak Keynesyen ekonomi ve Modern Parasal Teori (MMT) gibi yaklaşımlar, merkez bankalarının kontrollü para arzı yönetimi ile ekonomik büyümeyi destekleyebileceğini öne sürmektedir.

Miktar teorisi (Quantity Theory of Money – QTM), para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişkiyi açıklayan temel iktisadî yaklaşımlardan biridir. Buna göre “Para piyasadaki üretim kadar olmalıdır.” Klasik iktisatçılar, özellikle Irving Fisher, MV = PY (Miktar Teorisi denklemi) ile para arzı (M), fiyatlar seviyesi (P), üretim (Y) ve dolaşım hızını (V) ilişkilendirir. Yani, eğer para arzı üretimden fazla olursa, fiyatlar artar ve enflasyon oluşur.

Fisher tarafından formüle edilen MV = PY denklemine göre:

  • M: Para arzı,
  • V: Paranın dolaşım hızı,
  • P: Genel fiyat seviyesi,
  • Y: Reel üretim düzeyidir.

Bu teoriye göre, para arzındaki artış doğrudan fiyat seviyelerini etkiler. Ancak İslâm ekonomisinde para arzı, üretime doğrudan bağlı olmalı ve spekülatif para üretimi engellenmelidir. Üretim=Para’dır. Bu reel ekonomiye dayalı bir para sistemidir. Reel ekonomiye dayalı bir para sisteminde, para arzı doğrudan üretim miktarına bağlı olmalıdır. Üretim artmadan para arzının genişletilmesi enflasyonist baskılar doğurur ve ekonomik istikrarı zedeler.

2.1. İtibarî Para Sistemine Eleştiriler

Günümüz itibarî para sisteminin bazı temel sorunları bulunmaktadır:

  • Enflasyon Riski: Merkez bankalarının kontrolsüz para basımı, uzun vadede enflasyona ve alım gücünün düşmesine neden olmaktadır.
  • Spekülatif Piyasalar: İtibarî para sisteminin büyük kısmı finansal piyasalara akmakta ve reel ekonomiden kopmaktadır.
  • Borç Temelli Yapı: Bankaların kredi yaratma mekanizması, borçlanma ve faiz üzerine kurulu olduğu için krizleri tetikleyebilmektedir.
  • Gelir Dağılımı Adaletsizliği: Para politikalarının servet sahipleri lehine işlemesi, sosyal eşitsizlikleri artırmaktadır.

İslâm ekonomisi perspektifinden bakıldığında, itibarî para sisteminin faiz (riba) ile iç içe geçmiş olması ve reel ekonomik değer üretmek yerine spekülatif kazançlara yönelmesi nedeniyle sorunlu olduğu görülmektedir.

3. Üretim ve Para Arasındaki Denge

İslâm ekonomisi, parayı yalnızca bir değişim aracı olarak kabul eder ve üretimle doğrudan ilişkilendirir. Üretim artmadan para arzının genişletilmesi, piyasalarda enflasyonist baskılara neden olur. Tarihsel olarak mal para (commodity money) anlayışı, altın ve gümüş gibi fiziksel varlıklara dayalı olup üretimle doğrudan ilişkilendirilmiştir.

Modern itibarî para (fiat money) sisteminde ise merkez bankaları, para politikalarıyla talebi de yönettikleri için para arzını üretimle birebir örtüştürmemektedir. Ancak bu sistemin zaafları, spekülatif piyasa dinamiklerinin ön plana çıkmasıyla daha da belirgin hale gelmektedir.

Benim üzerinde çalıştığım ve önerdiğim PGDM modeli, paranın reel üretime dayalı olarak belirlenmesini sağlayarak bu dengeyi kurmayı amaçlamaktadır.

4. Değişim ve Para Aracı Olarak Devletin Rolü

Bugün merkez bankaları, faiz oranları ve para politikaları yoluyla ekonomiyi yönlendirmektedir. Ancak para arzının üretimden bağımsız genişletilebilmesi, spekülatif finans piyasalarını büyüterek (enflasyona ve) krizlere yol açmaktadır.

Alternatif bir model olarak İslâm ekonomisi, paranın doğrudan üretime dayalı olmasını ve devletin yalnızca düzenleyici bir rol üstlenmesini öngörmektedir:

  • Keynesyen yaklaşım, para arzının ekonomik büyümeyi teşvik edebileceğini savunur.
  • Avusturya ve klasik iktisat okulu, para arzının kontrolsüz artmasının uzun vadede enflasyon ve ekonomik bozulma yaratacağını öne sürer.

Bu noktada, İslâm hukuku gereğince, faiz ve spekülatif mekanizmaların devre dışı bırakıldığı bir sistem ön plana çıkmaktadır.

5. İslâm Ekonomisi ve Alternatif Para Sistemleri

İslâmî ekonomi, paranın yalnızca bir değişim aracı olarak görülmesini ve reel ekonomik faaliyetlerle desteklenmesini savunur. İslâmî ekonomi, faizsiz işlemler, risk paylaşımı ve adil ticaret ilkeleri üzerine kuruludur.

5.1 Dijital Altın Destekli Para Sistemi

Modern teknoloji, blokzincir tabanlı altın destekli dijital para gibi sistemleri mümkün kılmaktadır. Bu sistemde, her bir para birimi belirli bir miktar fiziksel altın ile desteklenecek, böylece itibari paranın enflasyonist baskılarından kaçınılacaktır.

5.2. Piyasaları Gözetim ve Denetleme Merkezi (PGDM) Modeli

Bu çalışmada önerilen Piyasaları Gözetim ve Denetleme Merkezi (PGDM) modeli, üretim ile para arasındaki doğrudan ilişkiyi kurmayı amaçlayan spekülatif mekanizmaların devre dışı bırakıldığı bir sistemdir. İslâmî ekonomi ilkelerine uygun bu modelde:

  • Merkezi Olmayan Denetim: PGDM, geleneksel merkez bankası yerine, bağımsız piyasa gözetim kurulları tarafından ekonomik büyüme ve para arzını dengeli şekilde yönetilecektir.
  • Reel Ekonomi Odaklılık: Para arzı, reel ekonomik büyüme ve üretim miktarına/seviyesine doğrudan bağlı olarak düzenlenecektir.
  • İslâmî Finans İlkeleri: Para basma süreci, finansal spekülasyonlar ve faiz yerine risk paylaşımı/yatırım ve ticaret ile desteklenecektir.

Bu model, enflasyonu kontrol altına alarak spekülatif balonların önüne geçmeyi ve  gelir dağılımında adalet sağlamayı hedeflemektedir. İslâm ekonomisi açısından paranın mal ve hizmet üretimiyle bağlantılı olması gerekliliği, riba yasağı ile doğrudan ilişkilidir. Paranın üretimden kopuk şekilde, spekülatif işlemlerle kazanç sağlaması kabul edilmez. Modern parasal teorilerde (MMT), devletin para arzını genişletebileceği ancak bunu kamu harcamaları ve vergilendirme yoluyla dengelemesi gerektiği savunulsa da PGDM, devletin üretimden fazla para basmaması gerektiğini vurgulayan bir sistem olarak tasarlanmıştır.

Sonuç ve Değerlendirme

İtibarî para sistemi, modern ekonomilerde hâkim konumda olsa da, enflasyonist baskılar, spekülatif piyasalara bağımlılık ve borç temelli yapısı nedeniyle eleştirilmektedir. Altın standardı, geçmişte ekonomik istikrar sağlamak adına önemli bir sistem olarak görülmüş, ancak günümüzde tamamen terk edilerek itibari para sistemlerine geçilmiştir. Ne var ki, bu sistem spekülatif piyasalara yol açarak enflasyonist baskıları artırmıştır.

Önerilen Piyasaları Gözetim ve Denetleme Merkezi (PGDM) modeli, merkez bankalarının rolünü daha adil ve reel ekonomiye dayalı bir yapıya dönüştürmeyi amaçlamakta; böylece enflasyonist baskıları azaltarak faizsiz finans ilkelerine uygun bir sistem oluşturmayı ve gelir dağılımında adaleti sağlamayı hedeflemektedir.

Bu çalışma, klasik miktar teorisi ve Avusturya Okulu’nun enflasyon uyarılarıyla uyumlu olup, İslâm ekonomisi bağlamında üretime dayalı bir parasal sistem önermektedir.

Gelecekte, bu sistemin uygulanabilirliğini artırmak için blokzincir teknolojisi, merkezsiz finans (DeFi) ve dijital para birimleri gibi yeni finansal araçların entegrasyonu da araştırılmalıdır.