DR. MURAT ERGÜVEN
Enflasyon, Faiz ve Döviz Kuru Denkleminde Türkiye’nin Ekonomik Dengesi

Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans 

ENFLASYON, FAİZ VE DÖVİZ KURU DENKLEMİNDE TÜRKİYE’NİN EKONOMİK DENGESİ

18 Nisan 2025

Türkiye ekonomisi, uzun süredir çok boyutlu bir baskı altında yol almaya çalışıyor. Enflasyon, faiz oranları ve döviz kuru arasındaki hassas denge, yalnızca teknik araçlarla değil, aynı zamanda stratejik öngörü ve yapısal dönüşümle yönetilebilecek kadar karmaşık bir hâl aldı.

Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon, döviz kuru dengesi, ekonomik büyüme kaygısı ve dış ticaret dengesizlikleriyle mücadele ederken adeta bir saatin çarkları arasında hassas bir denge arayışında. Her bir gösterge –enflasyonun ateşi, kurun oynaklığı, ihracatın nabzı– birbiriyle öyle iç içe ki, tek bir yanlış hamle tüm sistemi sarsabilir.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Mart 2025’te politika faizini 350 baz puan artırarak %46’ya, gecelik borç verme faizini %49’a, borçlanma faizini ise %44,5’e yükseltti. Bu karar, parasal sıkılaşma politikalarının bir uzantısı olarak enflasyonla mücadelede kararlılık sinyali verse de Türkiye’nin yapısal kırılganlıkları ve makroekonomik dinamikleri, bu adımın etkinliğini sorgulatıyor. “Enflasyonla mücadele için doğru yöntem mi?” ve “Döviz kuru dengesi nasıl sağlanmalı?” soruları, teknik olduğu kadar stratejik bir inceleme gerektiriyor.

Bu çerçevede, alınan faiz artışlarının gerekliliği ile TL’nin döviz karşısındaki reel konumunu değerlendirirken hem para politikasının hem de ekonomik dengenin derinlemesine analiz edilmesi önem arz etmektedir. 

Bu makale, faiz artışlarının gerekliliğini, TL’nin reel konumunu analiz ederek, Türkiye’nin ekonomik denge arayışına ışık tutmayı amaçlıyor.  

  1. Enflasyonla Mücadele: Zorunlu, Ancak Nasıl?

Enflasyon, Türkiye ekonomisinin en yakıcı sorunlarından biri. Peki mücadele zorunlu mu? Cevap net: Kısaca evet. Ancak asıl mesele, yöntemi.

Türkiye ekonomisinde son yıllarda yaşanan gelişmeler, enflasyonla mücadelenin yalnızca faiz artırımıyla sınırlı kalmaması gerektiğini açık biçimde ortaya koymaktadır.

Türkiye’deki enflasyon, yalnızca talep fazlası ve para arzındaki artıştan değil, aynı zamanda arz yönlü yapısal problemler, maliyet baskıları, kur geçişkenliği ve beklenti yönetimindeki zayıflıklardan kaynaklanıyor.

TCMB’nin 2023 Enflasyon Raporu’na göre, enflasyonun ana kaynakları şunlar:

  • Kur geçişkenliği (%30): Döviz kuru artışları, ithal girdilere dayalı ekonomide maliyetleri yükselterek fiyatları zincirleme artırıyor.
  • Arz yetersizliği (%25): Tarım, enerji ve sanayi sektörlerindeki yapısal üretim yetersizlikleri, arzı daraltarak fiyat baskısı (maliyet baskıları) oluşturuyor. 
  • Kamu harcamaları (%20): Popülist mali politikalar ve genişleyici kamu harcamaları, talep baskısını körüklüyor. 
  • Enerji/emtia fiyatları ve beklenti bozulması (%25): Küresel fiyat artışları ve kalıcı enflasyon algısı, fiyatlama davranışlarını bozuyor. Toplumun enflasyonun kalıcı olacağına dair algısı, fiyatlama davranışlarını bozarak kendi kendini besleyen bir döngü oluşturuyor. 

TCMB’nin faiz artırımı, enflasyonla mücadelede kritik bir hamle olmasına rağmen tek başına mucizevi bir çözüm sunmuyor. Faiz artışları, kredi daralması, yatırımların ertelenmesi ve işsizlik riski gibi yan etkilerle ekonominin hassas dengesini zorlayabilir. Türkiye’de enflasyon, artık yalnızca parasal bir sorun olmaktan çıkmış; arz-talep dengesizlikleri, kamu maliyesi, enerji maliyetleri ve döviz kuru gibi çoklu faktörlerin iç içe geçtiği karmaşık bir yapıya dönüşmüştür.

Grafik 1: Türkiye’de Enflasyonun Kaynakları (2021–2025)

[Pasta grafiği: %30 kur geçişkenliği, %25 arz yetersizliği, %20 kamu harcamaları, %25 diğer]

Kaynak: TCMB Enflasyon Raporu, 2023; TÜİK, 2024.

Bu grafik, enflasyonun çok katmanlı doğasını çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Faiz artışları, talebi baskılayarak kısa vadede rahatlama sağlayabilir, ancak arz kaynaklı sorunlara çözüm üretmiyor. Kredi daralması ve zayıflayan yatırım motivasyonu ekonomik büyümeyi riske atarken, işsizlik tehdidi artıyor. Dahası, yüksek faiz üretim maliyetlerini yükselterek paradoksal bir şekilde enflasyonu körükleyebilir. O nedenle, mücadele tek başına faiz artışıyla değil, koordineli yapısal reformlarla yürütülmelidir. 

İslâm ekonomisi perspektifinden, TCMB’nin reeskont kredileri gibi faiz temelli araçları riba yasağına aykırı (Bakara, 2:275). Bu noktada, riba (faiz) içeren araçlar yerine reel ekonomiye dayalı çözümler bulmak kritik önem taşıyor. Çağdaş alimler, bunun yerine sukuk, murabaha ve mudaraba gibi risk paylaşımına dayalı modeller öneriyor (Usmani, İslam’da Finans ve Bankacılık, 2002). Meselâ, tarım ve enerji sektörlerine sukuk finansmanı, arz yetersizliğini hafifletebilir ve riba içermeyen bir çözüm sunar.

Verilerle Enflasyon Dinamikleri

Aşağıdaki tablo, faiz artışlarının etkisini özetliyor:

TarihPolitika Faizi (%)Aylık Enflasyon (%)Yıllık Enflasyon (%)
Ocak 20239,006,6557,68
Temmuz 202317,509,4947,83
Ocak 202442,506,7064,86
Mart 202546,004,53 (tahmini)69,30 (tahmini)

Kaynak: TCMB, 2024; TÜİK, 2024; 2025 tahminleri yazar projeksiyonudur.

Mart 2025 için öngörülen %69,30’luk yıllık enflasyon, TCMB’nin 2024 sonu hedefi olan %36’dan ciddi bir sapma içeriyor. Bu tahmin, enerji fiyatları veya kur şoku gibi dışsal faktörlere dayanıyorsa, daha açık bir metodoloji sunulmalı. Aksi halde, kötümser bir senaryo olarak değerlendirilebilir. 

Doğru strateji nedir?

  • Ölçülü parasal sıkılaşma: Faiz artışları gerekli, ancak büyümeyi boğmamalı. Sukuk ve murabaha gibi riba içermeyen likidite araçları geliştirilmeli.
  • Mali disiplin: Kamu harcamalarının kontrol altına alınması, talep baskısını azaltır.
  • Yapısal reformlar: Tarım, enerji ve sanayi sektörlerinde üretimi artıracak reformlar şart.
  • Güven inşası: Şeffaf ve tutarlı politikalar, beklenti yönetimini güçlendirir.

Bu adımlar eşgüdüm içinde uygulanmazsa, faiz artışları “yangına su yerine rüzgârla müdahale” gibi sonuçlar doğurabilir.

  1. TL’nin Değeri: Görünenle Gerçek Arasındaki Fark

Son dönemde döviz kurundaki yatay seyir, TL’nin değer kazandığı izlenimini veriyor. Ancak bu, reel bir kazanım değil, yüksek faiz ve sermaye akımlarıyla sağlanan suni bir baskılama. TL’nin reel değeri, üretkenlik artışından değil, portföy girişleri ve yüksek faiz nedeniyle sermaye akımlarından kaynaklanmaktadır. Bu durum, döviz kurunun suni biçimde baskılandığı ve ihracatçıların rekabet gücünü zayıflatıldığı bir tabloyu ortaya koymaktadır.

Reel Efektif Döviz Kuru (REK), TL’nin uluslararası alım gücünü ölçer. TCMB verilerine göre, REK’in 100’ün üzerine çıkması, TL’nin aşırı değerli olduğunu gösterir. 2025’te REK’in 110’a ulaşacağı tahmini, ihracatçıların rekabet gücünü tehdit ediyor. Bu, şu riskleri doğuruyor:

  • Geçici sermaye akımları: Yüksek faiz, kısa vadeli “sıcak para” çekse de, yapısal güvensizlik uzun vadeli yatırımları caydırıyor.
  • İhracat baskısı: Aşırı değerli TL, dış ticaret açığını büyütüyor.
  • İthalat cazibesi: Ucuz ithalat, yerli üretimi baltalıyor ve cari açığı derinleştiriyor.
  • Kur sıçraması riski: Yapay kur baskısı, ani devalüasyonlarla enflasyonu tetikleyebilir.

Grafik 2: Nominal ve Reel Efektif Döviz Kuru (2019–2025)

[Çizgi grafiği: USD/TRY ve REK, REK > 100 aşırı değerli]

Kaynak: TCMB, 2024; 2025 tahmini yazar projeksiyonudur.

Bu grafik, TL’nin 2025’te reel olarak aşırı değerli bir konuma geldiğini açıkça ortaya koyuyor. REK’in 100’ün üzerindeki seyri, TL’nin ihracatçıları zora sokacak kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu durum ihracatçıların karşılaştığı yapısal zorlukları ve kur politikasının sürdürülemezliğini vurguluyor.  

Kur-Faiz-İhracat İlişkisi

Aşağıdaki tablo, TL’nin değerlenmesinin dış ticarete etkisini özetliyor:

DönemUSD/TRYPolitika Faizi (%)İhracat (milyar dolar)
2021 Q17,4017,0050,2
2022 Q114,8014,0060,4
2024 Q429,5042,5056,80
2025 Q131,1046,0055,5 (tahmini)

Kaynak: TCMB, 2024; TİM, 2024; 2025 tahmini yazar projeksiyonudur.

Tablo, TL’nin aşırı değerlenmesinin ihracatı baskıladığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Faiz artarken kur sabit kalırsa, dış ticaret dengesi olumsuz etkilenebilir. 2025 ilk çeyrek tahmini, küresel talep daralması ve TL’nin reel değerlenmesiyle uyumlu görünse de daha kesin verilerle doğrulanmalı. 

Kurun aşırı değerli tutulması, dışa açık sektörlerde rekabet gücünü zayıflatıyor. Öte yandan TL’nin kontrolsüz değer kaybı (dikkatli yönetilmezse) da enflasyonist baskıları yeniden alevlendirebilir. Bu noktada asıl mesele, kurda istikrar ve öngörülebilirlik sağlamaktır.

  1. İnce Ayar İçin Bütüncül Bir Vizyon

Türkiye, ekonomik bir dönüm noktasında. Enflasyonla mücadele, döviz kuru dengesi ve üretim odaklı büyüme, birbirini tamamlayan hedefler olmalı. Ancak mevcut politikalar gözden geçirilmelidir.

  • Faiz artışları, talep daraltıcı etkisiyle enflasyonu kısmen frenler, ancak yapısal sorunları çözmez.
  • Döviz kurunun baskılanması, ihracatçıları zora sokar ve cari açığı büyütür.
  • Reeskont kredileri, riba yasağına aykırıdır ve sürdürülebilir değildir.

Bu bağlamda şu adımlar önem taşımaktadır:

  • Koordineli politikalar: Parasal sıkılaşma, mali disiplin ve yapısal reformlar eşgüdüm içinde yürütülmeli.
  • Dengeleyici kur politikası: TL’nin aşırı değerlenmesi yerine, istikrar ve öngörülebilirlik hedeflenmeli. TCMB’nin rezerv satışları veya kur korumalı mevduat gibi geçici araçları yerine, reel ekonomiye dayalı bir kur rejimi benimsenmeli. Döviz kuru baskılamak yerine dengeye bırakılmalı. 
  • Alternatif araçlar: 
    • Katılım finansman modelleri (sukuk, mudaraba) reel ekonomiyi destekleyici bir çözüm sunuyor. Sukuk ve mudaraba, faiz bağımlılığını azaltır. Meselâ, Malezya Merkez Bankası’nın sukuk temelli likidite yönetimi, Türkiye için bir model olabilir (Bank Negara Malaysia, 2023). Türkiye’de Ziraat Katılım’ın 2023’te 10 milyar TL sukuk ihracı, bu yönde bir adımdır.
    • Riske dayalı ortaklık mekanizmaları 
  • Reel üretim: Tarım, sanayi ve enerji yatırımları, yerli girdiye dayalı üretim zincirleri ve teknolojik dönüşüm desteklenmeli.
  • Güven ve şeffaflık: Şeffaf iletişim ve tutarlı politikalar, yatırımcı ve toplumsal güveni yeniden inşa eder.

Bu adımlar uygulanmazsa, Türkiye “çifte daralma” riskiyle karşı karşıya: Faizle iç talep daralırken, kur baskısıyla dış talep zayıflayabilir, stagflasyon ve reel değer kaybı döngüsü başlar.

Türkiye Ekonomisi İçin Faizsiz ve Üretim Temelli Bir Ekonomik Vizyon

Türkiye ekonomisi, yalnızca teknik araçlarla değil, güven, şeffaflık ve üretim temelli yapısal dönüşümle iyileşebilecek çok katmanlı bir krizle karşı karşıya. Enflasyonla mücadele, döviz kuru istikrarı ve üretim odaklı büyüme gibi temel hedefler, birbirinden bağımsız değil; eş zamanlı ve dengeli biçimde yürütülmesi gereken süreçlerdir. Ancak klasik para politikası araçları bu yükü taşımakta yetersiz kalmakta; çözüm, ekonomik kararların bütüncül bir vizyonla ve titizlikle kurgulanmış bir ince ayarla ele alınmasından geçmektedir. Faiz artışları ve reeskont kredileri kısa vadeli rahatlama sağlasa da üretim ve dış ticaret üzerindeki baskıları nedeniyle uzun vadede sürdürülebilir bir çözüm sunmaz.

Türkiye’nin mevcut ekonomik konjonktüründe, sadece faiz ve kur kararlarıyla yönlendirme çabası, çifte daralma riski taşımaktadır. Faiz artışları iç talebi, kur baskıları ise dış talebi baskılayarak, ekonomiyi stagflasyona ve reel değer kaybı döngüsüne sokabilir. Enflasyonla mücadele, yalnızca fiyat istikrarı değil, aynı zamanda beklenti ve güven yönetimiyle anlam kazanır.

Bu çerçevede, teknik araçlar ile ideolojik tercihler arasında sağlıklı bir denge kurulmalı; politika setleri güven, şeffaflık ve yapısal dönüşüm ilkeleriyle şekillendirilmelidir. Faiz artışları ve reeskont kredileri kısa vadeli rahatlama sağlasa da üretim, yatırım ve dış ticaret üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle uzun vadede sürdürülebilir değildir.

Katılım finans sistemi bu noktada önemli bir alternatif sunmaktadır. Risk paylaşımını esas alan, ranta değil üretime kaynak aktaran İslâmi finans modelleri, özellikle tarım ve enerji gibi arz yönlü sıkıntıların yaşandığı sektörlerde sürdürülebilir çözümler üretebilir. Meselâ, tarıma veya enerjiye yönelik sukuk modelleri, hem faizsiz yapılarıyla riba yasağına uygun bir çerçeve sunar hem de üretimi destekleyen bir finansman yaklaşımı ortaya koyar. Sukuk ve mudaraba gibi yapılar, sadece faizsiz finansı değil, aynı zamanda toplumsal refahı ve ekonomik adaleti önceleyen bir kalkınma modelini de mümkün kılar.

Günümüz iktisadi sorunları, yalnızca para arzı ya da faiz oranı gibi teknik göstergelerle ve sayısal hedeflerle değil, aynı zamanda toplumsal güven, kurumlara duyulan itimat ve ekonomik yönetişim kalitesiyle birlikte yönetilebilir.

Türkiye’nin ekonomik dengesini yeniden inşa edebilmesi için; üretim odaklı, faizsiz ve adalet temelli bir ekonomik yapıya yönelmesi elzemdir. Bu bağlamda, konvansiyonel ve İslâmi finansın güçlü yönlerini harmanlayan bir yaklaşımla, Türkiye’nin üretim kapasitesini artıran, tasarrufları reel sektöre yönlendiren ve uzun vadeli refahı önceleyen bir ekonomik yapı inşa edilebilir. Devletin şeffaf, hesap verebilir ve piyasaları gözeten bir rol üstlenmesi ise bu dönüşümün kurumsal temelini oluşturacaktır.

Kısmî Rezerv Bankacılığı, Kaydî Para, Menkul Kıymetleştirme ve Ekonomik Balonlar

Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans 

KAPİTALİZMİN ELEŞTİRİSİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Kapitalizm, kâr maksimizasyonunu merkeze alarak, kısmî rezerv bankacılığı, kaydî para üretimi ve menkul kıymetleştirme gibi mekanizmalarla üretime dayanmayan bir servet döngüsü inşa etmiştir. Bankalar, Kısmî rezerv bankacılığı ile fiziksel karşılığı olmayan parayı kredi olarak üretirken, kaydî para bu sanal alım gücünün temelini oluşturur; menkul kıymetleştirme ise bu kredileri karmaşık finansal araçlara dönüştürerek riski toplumsallaştırır ve sistemik kırılganlıkları artırır. Bu mekanizmalar, var olmayan emek ve hizmetleri dolaşıma sokarak gerçek bir üretime dayanmayan sahte bir ekonomi oluşturur; spekülatif balonları şişirir, serveti finansal elitlere aktarır ve gelir adaletsizliğini derinleştirir. 2008 küresel finans krizi, bu sistemin yıkıcı sonuçlarının en çarpıcı örneğidir; zira kapitalist finans sistemi hem ekonomilerin büyüme dinamosu hem de kaçınılmaz çöküşlerin yapısal kaynağıdır. Bu makale, kapitalizmin bu mekanizmalarının matematiksel işleyişini, tarihsel gelişimini ve birbirleriyle etkileşimlerini derinlemesine analiz ederek sistemik riskleri gözler önüne serer; aynı zamanda, kapitalist sistemin üretimsiz servet üretimini, spekülatif balon ekonomisini ve doğurduğu adaletsizlikleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirir. İslâmi finans ve tam rezerv bankacılığı gibi alternatif modeller üzerinden üretim temelli, adalet odaklı bir ekonomik paradigma önerir.

1. Kısmî Rezerv Bankacılığı ve Mevduat Çoğalması

1.1. Kısmî Rezerv Bankacılığının İşleyişi

Kısmî rezerv bankacılığı, bankaların aldıkları mevduatın yalnızca bir kısmını (meselâ, %10) rezerv olarak tutup kalanını kredi olarak verme yetkisine dayalı bir sistemdir. Bu mekanizma, bankaların ellerinde fiziksel olarak bulunmayan parayı “üretmesine” imkân tanır. Meselâ, bir müşteri 1.000 TL yatırdığında ve rezerv oranı %10 ise, banka 100 TL’yi rezervde tutar ve 900 TL’yi kredi olarak verebilir. Bu 900 TL, bir harcama yoluyla başka bir hesaba geçtiğinde yeni bir mevduat olur ve döngü devam eder.

1.2. Mevduat Çoğalması (Money Multiplier) Detaylı Anlatımı

Mevduat çoğalması, kısmî rezerv sisteminin en kritik sonucudur ve “para çarpanı” (money multiplier) olarak bilinir. Bu süreç, bir başlangıç mevduatının sistemde katlanarak para arzını artırmasını sağlar. Matematiksel olarak toplam para arzı şu formülle ifade edilir:

M = (1/r) × D 

  • M: Toplam para arzı 
  • r: Zorunlu rezerv oranı 
  • D: Başlangıç mevduatı

Örnek bir senaryo

  • Bir kişi bankaya 1.000 TL yatırır, rezerv oranı %10’dur. 
  • Banka, 100 TL’yi rezervde tutar, 900 TL’yi kredi olarak verir. 
  • Bu 900 TL, bir mal alımıyla başka bir hesaba geçer ve yeni bir mevduat olur. 
  • İkinci banka, 900 TL’nin 90 TL’sini rezervde tutar, 810 TL’yi kredi olarak verir. 
  • Süreç devam eder: 810 TL → 729 TL → 656.1 TL…

Bu döngü teorik olarak sonsuza kadar devam eder ve başlangıçtaki mevduat, sistemde katlanarak büyür. Ancak her adımda kredi miktarı geometrik olarak azalır. Matematiksel olarak, toplam para arzı bir geometrik seri toplamıyla hesaplanır:

Toplam Para Arzı = D × (1 + (1-r) + (1-r)² + …) = D / r

Yani, 1.000 TL / 0.10 = 10.000 TL. Başlangıçtaki 1.000 TL’lik mevduat, sistemde 10.000 TL’lik kaydî para üretir. 

Pratik Sınırlamalar ve Ekonomik Döngüler

  • Kredi Talebi: Bankalar, kredi talebi düşükse tüm kapasiteyi kullanmaz. Meselâ, 2020 pandemi döneminde Türkiye’de işletmelerin borçlanma isteği azaldı, bu da çarpanı sınırlandırdı. Buna karşılık, 2000’lerin başında küresel ekonomik büyüme, kredi talebini artırarak çarpanı büyüttü. 
  • Nakit Sızıntıları: İnsanların parayı banka dışında tutması (yastık altı birikimler), çarpanı azaltır. Meselâ, Arjantin’de 2001 krizinde nakit talebi artışı, bankacılık sistemini çökertti. 
  • Merkez Bankası Politikaları: Faiz oranları ve rezerv gereklilikleri, çarpanı etkiler. 2008 krizi öncesinde ABD’de rezerv oranlarının %1’e düşmesi, çarpanı aşırı büyüttü. 
  • Dijital Bankacılık: Fintech platformları (meselâ, Türkiye’de Papara, İngiltere’de Monzo), para transferlerini hızlandırarak çarpanı artırabilir. Ancak düzenlenmemiş dijital bankalar, 2022’de FTX gibi çökmelerle risk oluşturdu.

Bu süreçte oluşan para, fiziksel bir karşılığa (meselâ, altına veya gerçek bir üretime) dayanmaz; yalnızca bankaların hesap defterlerinde bir kayıt olarak var olur. Bu, “kaydî para”nın özüdür ve bu süreç, kapitalist ekonomilerde bankaların hesap defterlerinde “sanal” para üreterek likidite sağlar. Ancak üretime dayanmayan bir para arzı, spekülatif balonların (meselâ, gayrimenkul veya borsa) temelini oluşturur.

1.3.  Eleştiri: Üretimsiz Servet İllüzyonu, Sanal Alım Gücü

Kısmî rezerv sistemi ile bankalar, gerçek bir değer (emek, mal, hizmet) olmaksızın sanal bir alım gücü üretir. Bu, Marx’ın “fiktif sermaye” (fictitious capital) kavramıyla örtüşür: Bankalar, reel üretime dayanmayan bir ekonomik büyüme ile bir “servet illüzyonu” meydana getirir. Meselâ, bu sistemle üretilen krediler üretken yatırımlara (fabrika, altyapı) değil, spekülatif alanlara (gayrimenkul, borsa) yöneldiğinde, ekonomik büyüme sahte bir temele dayanır. Bu durum, finansal elitlerin servetini artırırken, emekçileri borç yükü altında ezer ve gelir adaletsizliğini körükler.

2. Kaydî Paranın Üretimi

2.1.  Kaydî Paranın Tanımı ve Oluşumu

Kaydî para, bankaların hesap defterlerinde dijital kaydolarak var olan, fiziksel karşılığı (meselâ, altın veya nakit) bulunmayan paradır. Kısmî rezerv bankacılığı, kaydî paranın temel üretim mekanizmasıdır. Bankalar, mevduatın bir kısmını rezervde tutarken kalanını kredi olarak verdiğinde, bu krediler yeni mevduatlar üretir ve sistemde dolaşan para miktarı katlanarak artar. 

Örnek

  • Bir müşteri 1.000 TL yatırır, banka 900 TL kredi verir. 
  • Bu 900 TL, başka bir hesaba geçtiğinde, banka sisteminde 1.000 TL (orijinal mevduat) + 900 TL (yeni mevduat) olarak görünür. 
  • Ancak fiziksel olarak sadece 1.000 TL vardır; geri kalanı kaydî paradır.

Dijital Evrim: Kaydî paranın üretimi, fintech ve dijital bankacılıkla yeni bir boyut kazanmıştır. Meselâ, Türkiye’de Papara, anlık transferlerle kaydî para döngüsünü hızlandırırken, Brezilya’da Nubank gibi platformlar, yoksul kesimlere kredi erişimi sağladı ancak borç sarmalını büyüttü. Kripto paralar (Bitcoin, Ethereum), kaydî paranın merkezi olmayan bir versiyonu gibi görünse de, 2022’deki çöküşler (TerraUSD, FTX), spekülatif riskleri ortaya koydu.

2.2.  Kaydî Paranın Ekonomik Etkileri

  • Likidite Artışı: Kaydî para, ekonomiye kredi akışı sağlar ve kısa vadeli büyümeyi destekler. Meselâ, 2000’lerde Çin’de altyapı projeleri, kaydî para bolluğuyla finanse edildi. 
  • Spekülasyon Riski: Üretime dayanmayan bu para, varlık fiyatlarını şişirir. 2021’de küresel kripto piyasasının 3 trilyon dolara ulaşması, kaydî paranın spekülatif etkisini gösterdi. 
  • Enflasyon ve Adaletsizlik: Kaydî para bolluğu, enflasyonu tetikler ve serveti finansal elitlere aktarır. Meselâ, Zimbabve’de 2000’lerde kaydî para genişlemesi, hiperenflasyona yol açtı.

2.3. Eleştiri: Hayali Değer Üretimi

Kaydî para, emek veya reel üretimle desteklenmez; bu nedenle sahte bir alım gücü meydana getirir. Meselâ, bir evin fiyatı kaydî para ile verilen kredilerle şişerse, bu değer gerçek bir mal veya hizmet üretiminden değil, spekülasyondan kaynaklanır. Bu, kapitalizmin temel çelişkisini yansıtır. Gerçek değer üretilmeden servet oluşur, ancak bu servet emekçilere değil, bankalara ve spekülatörlere akar.

3.  Menkul Kıymetleştirme: Finansal Mühendisliğin Karanlık Yüzü

3.1.  Menkul Kıymetleştirmenin Detaylı İşleyişi

Menkul kıymetleştirme (securitization), bankaların verdikleri kredileri (mortgage, kredi kartı borçları, otomobil kredileri) bir havuzda toplayarak bunları finansal varlıklara dönüştürmesi ve yatırımcılara satması işlemidir. Bu süreç, kredileri bilançodan çıkararak bankaların riskini azaltmasını ve yeni kredi verme kapasitesini artırmasını sağlar. 

Adım adım işleyiş

  1. Kredi Havuzu Oluşturma: Banka, meselâ 100 milyon TL’lik mortgage kredilerini bir araya getirir. 
  2. Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) Üretimi: Bu havuz, “tranche” adı verilen dilimlere ayrılır. Her dilim farklı risk ve getiri profiline sahiptir. 
  3. Tranche Yapısı
  • Senior Tranche: Düşük risk, düşük getiri (%80, AAA notu). 
  • Mezzanine Tranche: Orta risk, orta getiri (%15, A-BBB). 
  • Equity Tranche: Yüksek risk, yüksek getiri (%5, BBB- veya notsuz).
  1. Derecelendirme: Kredi derecelendirme kuruluşları (Moody’s, S&P), bu VDMK’lere not verir. Meselâ, riskli subprime krediler bile karmaşık mühendislikle AAA notu alabilir. 
  2. Satış ve Dağıtım: VDMK’ler, emeklilik fonları, sigorta şirketleri veya hedge fonlara satılır. 
  3. Nakit Akışı: Borçluların ödediği taksitler, VDMK sahiplerine getiri olarak aktarılır.

Örnekler

  • 2008 Krizi: Subprime mortgage kredileri, Collateralized Debt Obligations(CDO)-“Teminatlandırılmış Borç Yükümlülüğü” olarak paketlenip satıldı. 2007’de 500 milyar dolarlık CDO işlem gördü (Moody’s). Ancak kredilerin geri ödenmemesiyle sistem çöktü, küresel ekonomide 13 trilyon dolarlık kayıp yaşandı. CDO-kare gibi türevler, riski katlayarak krizi derinleştirdi. 
  • Kredi Kartı Borçları: ABD’de 1990’lardan itibaren kredi kartı borçları menkul kıymetleştirildi. Meselâ, 2006’da JPMorgan, 15 milyar dolarlık kredi kartı borcunu VDMK’ye dönüştürdü, bu da tüketici borçlanmasını artırdı. 
  • Avrupa’da Uygulamalar: İspanya’da 2000’lerde CaixaBank, mortgage kredilerini menkul kıymetleştirerek likidite sağladı, ancak 2012’de bu VDMK’lerin değer kaybı, bankacılık krizini tetikledi.

3.2.  Avantajlar ve Riskler

Avantajlar

  • Bankalar, bilançolarındaki riski azaltır ve likidite kazanır. 
  • Yatırımcılar, farklı risk-getiri seçeneklerine erişir. 
  • Ekonomi, kredi genişlemesiyle kısa vadeli büyüme yaşar.

Riskler

  • Kredi Kalitesi: Riskli krediler menkul kıymetleştirildiğinde, gerçek risk maskelenir. 
  • Sistemik Yayılma: Risk, bankalardan tüm ekonomiye yayılır. Meselâ, 2008’de CDO çöküşü, İzlanda’nın bankacılık sistemini batırdı. 
  • Şeffaflık Eksikliği: Karmaşık araçlar, değerin belirsizleşmesine yol açar. Meselâ, CDO-kareler, yatırımcıların riski anlamasını imkânsız hale getirdi.

3.3.  Kısmî Rezerv Bankacılığıyla İlişkisi

Menkul kıymetleştirme, teknik olarak kısmî rezerv bankacılığının doğrudan bir parçası değildir; ancak pratikte bu sistemi hızlandıran ve güçlendiren bir tamamlayıcıdır. Kısmî rezerv, bankaların kaydî para üretmesini sağlar; menkul kıymetleştirme ise bu kredilerin bilançodan çıkarılıp satılmasıyla döngüyü hızlandırır. 

Bağlantı şu şekilde işler

  • Banka, kısmî rezervle 1.000 TL’lik mevduattan 900 TL kredi üretir. 
  • Bu kredi (meselâ, mortgage) menkul kıymetleştirilip satıldığında, banka nakit elde eder. 
  • Bu nakitle yeni krediler verir, böylece para çarpanı etkisi katlanarak büyür.

Tarihsel Bağlam: 1980’lerde ABD’de menkul kıymetleştirme, mortgage piyasasının deregülasyonuyla hızlandı. Meselâ, Fannie Mae ve Freddie Mac, mortgage VDMK’lerini küresel piyasalara yaydı. 2008’de mortgage kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi, bankaların kredi kapasitesini artırarak ABD’de konut balonunu şişirdi. Menkul kıymetleştirme, kısmî rezervin ürettiği kaydî parayı çoğaltan bir kaldıraç gibidir. Ancak bu süreç, kredilerin geri ödenmeme riskini artırır ve balonun patlamasıyla sistemik krizlere yol açar.

4. Kısmî Rezerv, Kaydî Para ve Menkul Kıymetleştirme: Ortak Yönler ve Balon Mekanizması

4.1.  Benzer Yönler

Bu üç mekanizma, şu ortak özelliklere sahiptir: 

  • Üretimsiz Servet Üretimi: Reel üretim veya emek olmaksızın sanal alım gücü meydana getirirler. Kısmî rezerv ve kaydî para, para arzını artırır; menkul kıymetleştirme, bu parayı finansal araçlara dönüştürür. 
  • Spekülatif Dinamik: Varlık fiyatlarını (konut, hisse senedi) şişirerek ekonomik balonlar oluşturur. 
  • Riskin Toplumsallaştırılması: Bankalar kâr ederken, kriz anında risk halka ve küçük yatırımcılara aktarılır. 
  • Gelir Adaletsizliği: Servet, finansal elitlere aktarılır; emekçiler borç sarmalına mahkûm olur.

4.2.  Ekonomik Balonların Oluşumu

Bu sistemler, kapitalist ekonomilerde devasa balonlar meydana getirir: 

  • Kısmî Rezerv: 1000 TL’lik mevduat, 10.000 TL’lik kredi üretir. Bu para, üretime değil, spekülatif yatırımlara (gayrimenkul, borsa) gider. 
  • Kaydî Para: Fiziksel karşılığı olmayan para, varlık fiyatlarını şişirir. Meselâ, ABD’de 2000-2006 arasında konut fiyatları %127 arttı. 
  • Menkul Kıymetleştirme: Krediler VDMK’lere dönüştürülüp satıldığında, balon büyür. 2008’de türev piyasası 1.2 katrilyon dolara ulaştı; ancak bu servet, reel bir değere dayanmıyordu.

Ek Örnekler

  • 2000 Dot-com Balonu: Kaydî para bolluğu, teknoloji hisselerine spekülatif yatırımları artırdı. Meselâ, Pets.com’un değeri milyarlarca dolara ulaştı, ancak şirket batınca balon patladı, Nasdaq %78 değer kaybetti. 
  • 2021 Kripto Balonu: Kredi genişlemesi ve kaydî para, Bitcoin ve altcoin fiyatlarını uçurdu. Meselâ, Dogecoin’in değeri spekülasyonla %10.000 arttı, ancak 2022’de piyasa %60 küçüldü, küçük yatırımcılar zarar etti.

Balon patladığında, sahte servet buharlaşır. 2008 krizinde, ABD’de 13 trilyon dolarlık kayıp (GSYİH’nın %85’i) yaşandı. Bu, sistemin üretimsiz doğasının bir sonucuydu: Var olmayan bir değer, varmış gibi işlem gördü ve çöktü.

5. Kapitalizmin Eleştirisi: Üretimsiz Alım Gücü ve Gelir Adaletsizliği

5.1. Üretilmeyen Değer Üzerinden Alım Gücü

Kısmî rezerv, kaydî para ve menkul kıymetleştirme, var olmayan emek ve hizmetlerin varmış gibi kullanılmasını sağlar: 

  • Kısmî Rezerv: Banka, 1.000 TL’lik mevduattan 10.000 TL kredi üretir; bu para, bir evin fiyatını şişirir. 
  • Kaydî Para: Bu sahte para, reel üretime değil, spekülasyona akar. 
  • Menkul Kıymetleştirme: Ev kredisi, menkul kıymetleştirilip VDMK olarak satıldığında, bu hayali değer piyasada işlem görür.

Ancak bu ev, reel bir üretime dayanmaz; sadece spekülasyonla değer kazanır. Bu süreç, kapitalizmin özünü yansıtır ve aynı zamanda kapitalizmin temel çelişkisini ortaya koyar. Gerçek bir değer yaratılmadan servet üretilir.

Meselâ, bir evin fiyatı 100.000 TL’den 1 milyon TL’ye çıkarsa, bu artış üretimden değil, spekülatif kredi bolluğundan kaynaklanır. Marx’ın “fiktif sermaye” dediği bu durum, ekonomik büyüme illüzyonu meydana getirir; ancak bu büyüme, kâğıt üzerindedir ve emekçilere yansımaz.

5.2.  Gelir Adaletsizliği

Bu sistem, serveti finansal elitlere aktarır: 

  • Bankalar: Düşük faizle borç alır, yüksek faizle kredi verir; faiz marjıyla emekçinin artı değerini sömürür. 
  • Menkul Kıymetleştirme: Riski halka yayarken, kârı bankalara bırakır. 
  • Sonuç: Oxfam’ın 2023 verilerine göre, en zengin %1, toplam servetin %45’ine sahip. Gini katsayısı (0.85, finans sektörü) ve Palma oranı (20:1), bu uçurumu gösterir.
  • Bölgesel Perspektif
  • Türkiye: 2000’lerde mortgage kredilerinin artışı, orta sınıfı borçlandırırken, inşaat sektöründe spekülatif zenginleşme oluşturdu. TÜİK’e göre, 2022’de en zengin %10, gelirin %40’ını aldı. 
  • Brezilya: Kaydî para bolluğu, 1990’larda elitlerin servetini artırdı, ancak favela mahallelerinde borç sarmalı büyüdü. Dünya Bankası’na göre, Brezilya’nın Gini katsayısı 0.53’tür.

Kapitalist sistemin acımasız döngüsü, emekçileri ya borç batağına sürükleyip bu sarmala hapseder ya da sahte zenginlik düzeninin tamamen dışına iter. Meselâ, 2008 küresel finans krizinde milyonlarca insan evini kaybederken, aynı süreçte büyük bankalar kamu kaynaklarıyla kurtarıldı. Bu durum, kapitalist sistemin sömürü mekanizmasını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Emekçinin alın teriyle ürettiği gerçek değer, finansal araçlar ve mekanizmalar yoluyla sermaye sahipleri tarafından sistematik bir şekilde gasp edilir.

5.3.  Eleştiri: Kapitalizmin Sömürü Makinesi

Kapitalizm, bu mekanizmalarla borca dayalı bir ekonomi kurmuştur. Kısmî rezerv ve kaydî para, üretimsiz bir servet üretir; menkul kıymetleştirme, bu serveti katlayarak riski toplumsallaştırır. Bankalar ve spekülatörler, emekçinin değerini faiz ve spekülasyonla ele geçirir. 

İslâmi perspektiften bakıldığında, bu sistem “riba” (faiz) yasağıyla çelişir (Bakara 2:275) ve “mallarınızı batıl yollarla yemeyin” (Nisa 4:29) uyarısını ihlal eder. Bu sistem sayesinde tam olarak “malların batıl yolla yenmesi” söz konusudur. Üretimsiz servet hem Marksist hem de İslâmi açıdan sömürüdür: Emekçinin alın teri, finansal elitlere aktarılır. Kapitalizm, kâr için riski halka yükler; krizlerde ise faturayı emekçilere keser. 2008 krizi, bu gerçeği acı bir şekilde göstermiştir.

6. Alternatif Modeller: Üretim Temelli Bir Paradigma

6.1. Tam Rezerv Bankacılığı

Tam rezerv sistemi, mevduatın %100’ünün rezervde tutulmasını gerektirir; böylece kaydî para üretimi durur ve spekülatif balonlar önlenir. İsviçre’deki 2018 Vollgeld Referandumu bu modeli tartışmaya açtı. Avantajı, finansal istikrarı artırmasıdır. 

Zorluklar

  • Likidite kısıtlamaları, ekonomik büyümeyi yavaşlatabilir. Meselâ, kredi arzı azalırsa, KOBİ’ler finansmana erişmekte zorlanabilir. 
  • Mevcut bankacılık sistemine geçiş, yüksek maliyetli bir dönüşüm gerektirir.

6.2. İslami Finans

İslâmi finans, kâr-zarar ortaklığı (mudaraba) ve varlığa dayalı finansman (murabaha) ile parayı üretime bağlar. Faiz yasağı, spekülatif servet üretimini engeller. Malezya sukuk piyasası (120 milyar dolar) ve Türkiye katılım bankalarının büyümesi (%17, 2022), bu modelin potansiyelini göstermektedir. İslâmi finans modeli sadece kurumsal bazda işletilmemeli tabana da yayılmalıdır. 

Zorluklar

  • Küresel finans sistemine entegrasyon, standartlaşma eksikliği nedeniyle zordur. Meselâ, sukuk ihracı Batı piyasalarında sınırlı kabul görür. 
  • Risk paylaşımı modeli, bazı yatırımcılar için cazip olmayabilir.
  • İslâmi finans sistemi hakkında insanlarımızın bilinçlenmesi zaman almaktadır.

6.3. Regülasyon Önerileri

  • Rezerv Oranı: %25’e çıkarılmalı. 
  • VDMK Şeffaflığı: Alt varlıkların kamuya açıklanması zorunlu olmalı. 
  • Tobin Vergisi: Spekülatif işlemlere %0.25 vergi getirilmeli. 
  • Kaldıraç Sınırı: Bankaların kaldıraç oranı 10:1 ile sınırlandırılmalı.

Sonuç Olarak: Üretimsiz Para, Toplumsal Çöküş Demektir

Kısmî rezerv bankacılığı, kaydî para ve menkul kıymetleştirme, kapitalizmin üretimsiz servet üretimine dayalı balon ekonomisini besler. Bu sistem: 

  • Üretimi Dışlar: Emek ve hizmetler yerine spekülasyon önceliklidir. 
  • Serveti Toplar: En zengin %1, servetin %45’ine sahip olur. 
  • Krizleri Kaçınılmaz Kılar: 2008’de 13 trilyon dolar buharlaştı.

Çözüm, parayı üretim ve emekle bağdaştıran modellerdedir: 

  • Tam rezerv bankacılığı, spekülatif balonları önler. 
  • İslami finans, riski adil paylaşır. 
  • Kooperatif bankacılığı, toplumu merkeze alır. 
  • Merkez Bankası Dijital Paraları (CBDC), kaydî parayı kontrol edebilir.

Kapitalizmin bu ürünleri, emeği sömüren bir sihirbazlık gibidir. Üretimsiz para, yalnızca finansal elitleri zenginleştirir; toplumları ise borç ve yoksulluğa mahkûm eder. Gerçek bir değişim, kâr değil, insan ihtiyaçlarını önceleyen bir ekonomi gerektirir.


Kaynakça

  • Chapra, M.U. (1996). İslâm ve İktisadî Kalkınma
  • Graeber, D. (2011). Debt: The First 5000 Years
  • IMF (2023). Global Financial Stability Report
  • Minsky, H. (1986). Stabilizing an Unstable Economy
  • Oxfam (2023). Inequality Report
  • Reinhart, C., & Rogoff, K. (2009). This Time is Different
  • TDV İslam Ansiklopedisi. “Riba” maddesi.
Halvetîlikten Celvetîliğe: Aziz Mahmud Hüdâyî, Geredeli Halil Efendi ve Manevî Miras

Dr. Murat Ergüven | Araştırma

HALVETÎLİKTEN CELVETÎLİĞE: AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ, GEREDELİ HALİL EFENDİ VE MANEVÎ MİRAS

İslâm dünyasında tasavvufî gelenekler, asırlar boyunca bireysel arınmadan toplumsal dönüşüme kadar geniş bir yelpazede etkili olmuştur. Osmanlı coğrafyasında bu geleneklerin en güçlü temsilcilerinden biri Halvetîlik, onun bir kolu olarak ortaya çıkan Celvetîlik ise bu mirası yeni bir boyuta taşımıştır. Halvetîlik ve Celvetîlik arasındaki ilişki, özellikle Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin etkisiyle şekillenmiş, onun manevî mirası daha sonra Geredeli Şeyh Halil Efendi gibi zatlarla Anadolu’da ve İstanbul’da derin bir irfan damarı haline gelmiştir. Bu çalışma, Halvetîlik ve Celvetîliğin tarihî gelişimini, felsefi farklarını ve Osmanlı toplumundaki rollerini ele alırken, bu iki yolun günümüzdeki izlerini de incelemeyi amaçlamaktadır.

  1. Halvetîlik: İnzivadan İrfana İçe Dönük Bir Manevî Terbiye

Halvetîlik, adını Arapça “halvet” (inziva, yalnız kalma) kelimesinden alır ve temelini nefsin terbiyesi için belirli dönemlerde dünya ile ilişkileri keserek yapılan inzivaya dayandırır. Bu yolda giden Müridler, riyazet, zikir ve murakabe yoluyla iç dünyalarını inşa eder, böylece Hakk’a ulaşmayı hedefler. 14. yüzyılda Ömer Halvetî tarafından sistemleştirilen bu tarikat, Anadolu’da Sünbüliyye, Ramazaniyye ve Şa‘bâniyye gibi kollarla yaygınlık kazanmıştır. Osmanlı coğrafyasında özellikle Balkanlar ve Arap topraklarında etkili olan Halvetîlik, Cemâliyye ve Ahmediyye gibi şubeleriyle de derin izler bırakmıştır.

Halvetîliğin temel felsefesi, bireyin nefsini terbiye ederek Allah ile doğrudan bir bağ kurmasıdır. Bu bağ, inziva sırasında yoğun zikir ve tefekkürle güçlendirilir. Mustafa Kara’ya göre, Halvetîlik “nefsin arındırılması için inzivayı bir araç olarak görürken, toplumsal hayattan tamamen kopmayı değil, bireyin içsel dönüşümünü hedefler” (Kara, 2005, s. 45). Bu anlayış, tarikatın Osmanlı toplumunda hem alimlere hem de halka hitap etmesini sağlamıştır.

Önemli Temsilciler:

  • Sünbül Efendi (Halvetî-Sünbüliyye): İstanbul’un manevi merkezlerinden biri olan Sünbül Efendi Dergâhı’nın kurucusu.
  • Ramazan Mahfî Efendi (Halvetî-Ramazaniyye): Nefis terbiyesi üzerine yazdığı risâlelerle tanınır.
  • Geredeli Şeyh Halil Efendi (Halvetî-Şa‘bâniyye/Hâliliye): Sade yaşantısıyla Halvetî geleneğini 19. yüzyılda temsil etmiştir.
  1. Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetîlik: Halk İçinde Hakk’la Beraberlik

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri (1541-1628), Halvetî tarikatının Üftâde Hazretleri’nden gelen kolunda yetişmiş bir sufi olarak, tasavvuf tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bursa’da Üftâde Hazretleri’nden aldığı manevî terbiyeyle olgunlaşan Hüdâyî, daha sonra Halvetîlikten aldığı temeller üzerine Celvetîlik yolunu inşa etmiştir. “Celvet” kelimesi, “ortaya çıkmak, görünmek” anlamına gelir ve Hüdâyî’nin şu düsturuyla özetlenir: “Halvette Hak’la, celvette halkla beraber olmak.” Bu anlayış, halvetin zıddı değil, tamamlayıcısıdır.

Celvetîlik, nefsi yalnızlıkla terbiye ettikten sonra halkın içine dönmeyi, toplum içinde Hakk’ı temsil etmeyi esas alır. Bu yönüyle Celvetîlik, sadece bireysel arınmayı değil, topluma hizmeti de temel hedef haline getirir.

Celvetîlik, Halvetîliğin inziva odaklı yapısını topluma dönük bir hizmet anlayışıyla tamamlar. Reşat Öngören, Celvetîliğin bu yönünü şöyle açıklar: “Celvetîlik, bireysel arınmayı toplumsal sorumlulukla birleştirerek, tasavvufu sadece dağ başlarına değil, şehir merkezlerine ve saraylara taşımıştır” (Öngören, 2000, s. 132). Hüdâyî Hazretleri, inzivadan sonra halkın arasına dönmeyi, topluma hizmet etmeyi ve özellikle devlet adamlarına manevî rehberlik yapmayı esas almıştır. Bu yaklaşım, Celvetîliği Halvetîlikten ayıran en önemli özelliktir.

Celvetîliğin Özellikleri:

Saray ile Yakın İlişki: Hüdâyî Hazretleri, özellikle Sultan I. Ahmed’e manevî danışmanlık yaparak Celvetîliği bir “devlet tasavvufu” haline getirmiştir. I. Ahmed’in Hüdâyî’ye duyduğu saygı, onun tahta çıkarken kılıcını Hüdâyî Dergâhı’nda kuşanmasıyla sembolize edilir.

Hüdâyî Dergâhı’nın Etkisi: İstanbul Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı, Osmanlı’da sosyal ve siyasi bir merkez haline gelmiştir. Kadılar, vezirler ve müderrisler bu dergâhta irşad halkasına katılmışlardır.

Toplumsal Hizmet: Celvetîlik, sadece bireysel arınmayı değil, aynı zamanda halka hizmeti de ön planda tutmuştur. Hüdâyî’nin vakıf faaliyetleri, yoksullara yardım ve eğitim çalışmaları bunun bir göstergesidir.

  1. Halvetîlik ve Celvetîlik Arasındaki İlişki: İnziva ve Hizmet Dengesi

Celvetîlik, Halvetîliğin bir devamı olmasına rağmen, metodolojik olarak belirgin bir dönüşüm geçirmiştir. Halvetîlik, daha çok inziva, zikir ve içe kapanmayı merkeze alırken, Celvetîlik bu terbiyeyi topluma dönük bir hizmet anlayışıyla tamamlar. Celvetîlik insanlara hizmet etmeyi, kadıların, yöneticilerin, esnafın, zanaatkârların da tasavvufî hayatı yaşayabileceğini göstermiştir. Bu dönüşüm, 16. ve 17. yüzyıl Osmanlı toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde hem iç hem de dış sorunlarla karşı karşıya olduğu, merkezi otoritenin güçlendirilmeye çalışıldığı bir süreçte, Celvetîlik devletle iş birliği yaparak manevî bir rehberlik sunmuştur. Halvetîlik ise daha çok bireysel arınma ve “sessiz irfan” geleneğini sürdürmüştür.

Aziz Mahmud Hüdâyî’nin kadılıktan şeyhliğe geçişi, bu dönüşümün somut bir örneğidir. Kadı olarak başladığı kariyerini tasavvuf yolunda derinleştiren Hüdâyî, hem padişahların danışmanı hem de halkın sevgilisi bir sufi modeli olmuştur. Bu, Celvetîliğin sadece bir tarikat değil, aynı zamanda bir toplumsal hareket olduğunu gösterir.

  1. Geredeli Şeyh Halil Efendi: Halvetîliğin Sade, Sessiz ve Derin Mirası

Halvetîliğin Şa‘bâniyye koluna mensup Geredeli Şeyh Halil Efendi (ö. 1849), “Hâliliye” şubesinin kurucusu olarak kabul edilir. 18. ve 19. yüzyılda Anadolu’da ve İstanbul’da Halvetî geleneğini temsil eden Halil Efendi, sade yaşantısı ve riyadan uzak duruşuyla bilinir. İstanbul’daki dergâhında sessiz ama derin bir etki bırakan Halil Efendi, devlet erkanından uzak durmayı tercih etmiştir. Ancak tarihî bir olay, bu duruşunun istisnai bir yansımasını sunar:

II. Mahmud’un Rüyası ve Hediye Edilen Hat:

Rivayete göre, Sultan II. Mahmud bir gece rüyasında Şeyh Halil Efendi’yi görür ve onun manevî kemaline hayran kalır. Ertesi gün saray erkânına “Bu zatı bulun!” emrini verir. Halil Efendi, padişahın davetini kıramayarak saraya gider, ancak “Biz padişahlarla değil, Allah ile olmak isteriz” mealinde bir tavır sergiler. Buna rağmen II. Mahmud, ona hürmeten el yazması bir hat hediye eder. Bazı kaynaklarda bu hattın “Ya Hazreti Halil” veya bir besmele yazısı olduğu, Topkapı Sarayı arşivlerinde saklandığı belirtilir (Kara, 2005, s. 112). Bu hat yazısının Şeyh Halil Efendi’nin türbesinde asılı iken çalındığı da bilinmektedir.

Bu olay, Halvetîliğin devletten uzak durma prensibini yansıtırken, aynı zamanda padişahın bir veliye duyduğu saygının da göstergesidir. Halil Efendi’nin sarayla ilişkisi, resmî bir bağdan ziyade bir kereye mahsus bir hürmet ziyareti olarak değerlendirilmelidir.

  1. Celvetîliğin Osmanlı Toplumundaki Rolü ve Devlet-Maneviyat İlişkisi

Celvetîlik, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin önderliğinde Osmanlı’da sadece bir tarikat değil, aynı zamanda devlet ile maneviyat arasında bir köprü olmuştur. Hüdâyî Hazretleri’nin I. Ahmed ile yakın ilişkisi, Celvetîliği bir “devlet tasavvufu”na dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, Osmanlı’da 17. yüzyılda yaşanan siyasi ve sosyal krizlerle ilişkilendirilebilir. Merkezi otoritenin zayıfladığı, ulema ile saray arasındaki gerilimlerin arttığı bir dönemde, Hüdâyî gibi sûfîler devlet adamlarına manevî rehberlik sunarak toplumsal düzeni desteklemiştir.

Hüdâyî Dergâhı, kadılar, vezirler ve müderrislerden oluşan geniş bir irşad halkasıyla, tasavvufu elit zümrelere taşımış, zühdü saraylara ve çarşılara ulaştırmıştır. Buna karşılık, Halvetîlik, özellikle Geredeli Halil Efendi örneğinde görüldüğü üzere, daha geri planda bir etki alanı oluşturmuştur. Bu iki yol, aynı özden beslenen ancak farklı metodlar izleyen iki tasavvuf anlayışını temsil eder.

  1. Günümüzde Celvetîlik ve Halvetîliğin Devamı

1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla Halvetîlik ve Celvetîlik resmî olarak faaliyetlerini durdurmuş olsa da manevî mirasları farklı şekillerde yaşamaya devam etmektedir. İstanbul’daki Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı, Hüdâyî Hazretleri’nin eserlerini yaşatmanın yanı sıra modern şehir hayatına yönelik faaliyetler yürütmektedir. Meselâ, vakfın eğitim bursları, aşevleri ve Kur’an kursları, Hüdâyî’nin “halka hizmet” anlayışını günümüze taşır. Ayrıca, Üsküdar’daki Hüdâyî Dergâhı ve Fatih’teki Sünbül Efendi Dergâhı, İstanbul’un manevi hafızasını canlı tutan merkezlerdir.

Halvetîliğin sade çizgisi ise daha dışa kapalı bir şekilde devam etmektedir. Geredeli Şeyh Halil Efendi’nin temsil ettiği bu gelenek, mürid-mürşid ilişkisiyle sınırlı kalmış, ancak zikir halkaları ve özel sohbet meclisleriyle özünü muhafaza etmiştir. Meselâ, Bolu, Gerede ve çevresinde Halvetî-Şa‘bâniyye geleneği, küçük topluluklar aracılığıyla hâlâ yaşatılmaktadır.

İnziva ve Hizmetin Manevî Dengesi

Halvetîlik ve Celvetîlik, aynı manevî kökten beslenen ancak farklı yollar izleyen iki tasavvufî gelenektir. Halvetîlik ve Celvetîlik, “inziva” ile “hizmet” arasındaki dengeyi farklı şekillerde kurmuştur. Halvetîlik, inziva ve içsel arınmayı merkeze alırken; Celvetîlik, bu terbiyeyi topluma hizmetle tamamlamıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî, Halvetî terbiyesiyle yetişmiş, ancak zamanın ruhunu okuyarak Celvetîliği inşa etmiştir. Onun tasavvuf anlayışı, bireysel arınmayı toplumsal sorumlulukla birleştirerek Osmanlı’da eşsiz bir miras bırakmıştır. Geredeli Şeyh Halil Efendi ise (II. Mahmud’a gösterdiği mutedil tavırla) Halvetîliğin “sessiz irfan” geleneğini temsil etmiş, devletten uzak durarak sadece Hakk’a yönelmiştir.

Her iki yol da farklı usullerle aynı hakikate ulaşmayı hedeflemiş ve günümüze kadar uzanan birer manevî rehberlik sunmuştur. Bu miras, bugün camilerdeki zikir halkalarından vakıf çalışmalarına kadar çeşitli şekillerde yaşamaktadır. Özellikle Hüdâyî ve Sünbül Efendi dergâhları, İstanbul’un manevi hafızasını canlı tutmaya devam etmektedir.

Kaynakça:

  • Mustafa Kara, Halvetîlik: Bir Tarikatın Tarihî ve Fikrî Alt Yapısı.
  • Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf.