Yeşil Finans Yeni Bir Küresel Düzen Mi?
Dr. Murat Ergüven | Ekonomi & Finans
YEŞİL FİNANS GERÇEK ÇEVRE KORUMA MI, YOKSA KÜRESEL BİR MANİPÜLASYON MU?
Son yıllarda dünya genelinde yeşil finans, sürdürülebilir enerji ve karbon azaltımı gibi konular giderek daha fazla gündeme gelmektedir. Ancak bu süreçlerin gerçekten çevreyi koruma amacı taşıyıp taşımadığı ya da arkasında farklı küresel çıkarların olup olmadığı önemli bir tartışma konusudur. Elektrikli araçlardan yenilenebilir enerji projelerine, karbon ticaretinden sürdürülebilir finans sistemlerine kadar birçok alanda yaşanan gelişmeler, özellikle Batı’nın ekonomik ve politik çıkarları ile birlikte ele alındığında farklı bir boyut kazanmaktadır.
Elektrikli Araçların Çevresel Gerçekleri
Elektrikli araçlar, karbon salınımını azaltma vaadiyle teşvik edilmekte ve birçok hükümet fosil yakıtlı araçları yasaklama yoluna gitmektedir. Ancak elektrikli araçların üretimi ve işletilmesi sürecinde ciddi çevresel zararlar söz konusudur:
- Lityum ve Kobalt Madenciliği: Elektrikli araçların bataryalarında kullanılan lityum, kobalt ve nikel gibi metallerin çıkarılması büyük çevresel tahribata yol açmaktadır. Özellikle kobalt madenciliği, Afrika’daki insan hakları ihlalleri ve çevre kirliliğiyle gündeme gelmiştir.
- Elektrik Üretimi: Elektrikli araçlar temiz enerji kullanıyormuş gibi gösterilse de şarj için gereken elektrik büyük ölçüde kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Bu da karbon salınımını dolaylı olarak artırmaktadır.
- Batarya Geri Dönüşümü: Kullanılan bataryaların geri dönüşümü oldukça maliyetli ve çevreye zararlıdır. Henüz etkin bir geri dönüşüm süreci geliştirilmemiştir.
Petrolün ve Karbonun Ötekileştirilmesi
Petrol, sanayi devriminden itibaren küresel ekonominin en önemli enerji kaynağı olmuştur. Özellikle 20. yüzyılda petrol, sanayi üretimi, ulaştırma ve enerji üretimi açısından stratejik bir ürün haline gelmiş; bu durum, petrolü kontrol eden ülkelerin ve şirketlerin küresel ekonomide belirleyici aktörler olmasını sağlamıştır. Ancak son yıllarda, Batı’nın öncülüğünde petrol ve karbon bazlı yakıtların kullanımına karşı güçlü bir kampanya yürütülmektedir. Bu kampanyanın temelinde çeşitli ekonomik, politik ve stratejik nedenler bulunmaktadır.
1. Petrol Zengini Ülkelerin Gücünü Kırma
Petrol rezervlerinin büyük bir kısmı, Batı’nın politik olarak zıtlaştığı bölgelerde bulunmaktadır. Suudi Arabistan, İran, Irak, Venezuela, Rusya ve diğer Orta Doğu ülkeleri, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahiptir. Bu durum, Batı’nın enerji arz güvenliği açısından bu ülkelere bağımlı hale gelmesine yol açmıştır.
Meselâ, 1973 Petrol Krizi, OPEC’in (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) Batılı ülkelere karşı uyguladığı ambargo sonucunda ortaya çıkmış ve ABD başta olmak üzere Batı ekonomilerini derinden sarsmıştır. Bu kriz, Batılı ülkelerin enerji kaynaklarını çeşitlendirme çabalarını hızlandırmış ve alternatif enerji kaynaklarına yönelik çalışmaların temelini atmıştır.
Bugün ise, Batı’nın öncülüğünde yürütülen “yeşil enerji” dönüşümü, bu bağımlılığı ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Yenilenebilir enerji yatırımları ve elektrikli araçlara yönelik teşviklerle petrol tüketiminin düşürülmesi, petrol ihracatçısı ülkelerin ekonomik ve politik güçlerini zayıflatma amacı taşımaktadır. Meselâ, Venezuela’nın ABD tarafından uzun süredir ambargo altında tutulması ve İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar, bu stratejinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
2. Yeni Ekonomik Düzen ve Yeşil Enerji Tekeli
Yeşil enerji dönüşümü, sadece çevresel kaygılarla değil, aynı zamanda küresel ekonomik düzeni yeniden şekillendirmek amacıyla da sürdürülmektedir. Batılı finans kuruluşları, büyük teknoloji firmaları ve hükümetler, yeşil enerji yatırımlarını agresif bir şekilde teşvik etmekte ve yenilenebilir enerji sektöründe tekel oluşturmaktadır.
Meselâ, Avrupa Birliği, 2050 yılına kadar karbon nötr olmayı hedefleyen Yeşil Mutabakat (Green Deal) kapsamında, fosil yakıtların aşamalı olarak devre dışı bırakılmasını planlamaktadır. Benzer şekilde, ABD’nin Yeşil Yeni Düzen (Green New Deal) politikaları, yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımları artırarak Batılı şirketlerin bu alanda lider olmasını sağlamaktadır.
Gelişmekte olan ülkeler ise, bu dönüşüm karşısında Batı’ya bağımlı hale gelme riskiyle karşı karşıyadır. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin büyük kısmı Batılı firmaların elinde bulunduğundan, enerji geçişi sürecinde gelişmekte olan ülkeler Batı menşeli teknolojiye, ekipmana ve finansmana bağımlı hale gelmektedir. Meselâ, Afrika ve Asya’daki pek çok ülke, güneş ve rüzgâr enerjisi projeleri için Batılı şirketlerden yüksek faizli krediler almak zorunda kalmaktadır. Bu durum, enerji bağımsızlığı sağlamaktan ziyade yeni bir ekonomik bağımlılık ilişkisi doğurmaktadır.
3. Karbon Kredileri ve Finansal Kontrol Mekanizması
Karbon piyasaları, Batı’nın küresel ekonomiyi kontrol etmek için geliştirdiği finansal mekanizmalardan biri olarak öne çıkmaktadır. Karbon kredisi sisteminde, ülkeler veya şirketler belirlenen karbon emisyonu limitlerini aşmaları durumunda ek karbon kredisi satın almak zorunda kalmaktadır. Bu kredilerin büyük kısmı, Batılı finans kuruluşları ve hükümetler tarafından kontrol edilmektedir.
Meselâ, Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS), şirketlerin belirlenen karbon emisyon sınırları dahilinde faaliyet göstermesini zorunlu kılmaktadır. Emisyon sınırını aşan şirketler, “karbon kredisi” satın alarak faaliyetlerine devam edebilmektedir. Ancak bu krediler, büyük oranda gelişmiş ülkelerin finansal kurumları tarafından ihraç edilmekte ve yönetilmektedir.
Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik maliyetli yatırımlar yapmasını zorunlu kılarken, zengin ülkelerin finansal üstünlüğünü pekiştirmektedir. Meselâ, Endonezya ve Brezilya gibi ülkeler, ormansızlaşmayı azaltma projeleri kapsamında Batılı fonlardan finansman almak zorunda kalmaktadır. Ancak bu fonlar, Batılı finans kuruluşlarının politik ve ekonomik çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönlendirilmektedir.
Benzer şekilde, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları, gelişmekte olan ülkelere yeşil enerji projeleri için kredi sağlarken, bu kredileri Batılı firmalarla iş birliği yapma şartına bağlamaktadır. Bu durum, Batılı firmaların küresel enerji piyasasında tekel oluşturmasını ve gelişmekte olan ülkeleri finansal bağımlılığa sürüklemesini sağlamaktadır.
Petrol ve karbon bazlı yakıtların ötekileştirilmesi, sadece çevresel kaygılarla açıklanabilecek bir süreç değildir. Bu dönüşümün arkasında, Batı’nın küresel enerji piyasasını yeniden şekillendirme, enerji bağımsızlığını sağlama ve gelişmekte olan ülkeleri yeni ekonomik sistemlere bağımlı hale getirme stratejisi yatmaktadır. Yenilenebilir enerji ve karbon piyasaları gibi mekanizmalar, Batılı finans kuruluşlarının küresel ekonomideki hâkimiyetini artırırken, petrol zengini ülkelerin ekonomik ve politik gücünü kırmaya yönelik bir araç olarak kullanılmaktadır.
Bu nedenle, enerji dönüşümü sürecinde gelişmekte olan ülkelerin kendi enerji politikalarını bağımsız bir şekilde belirlemeleri ve yerli yenilenebilir enerji teknolojilerini geliştirmeleri büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, fosil yakıtlardan kurtulma süreci, gelişmekte olan ülkeler için yeni bir bağımlılık ilişkisi doğurarak ekonomik ve politik açıdan daha büyük sorunlara yol açabilir.
Yeşil Finansın Aldatmacası
Yeşil finans, çevresel sürdürülebilirliği teşvik eden finansal sistemler olarak tanıtılmaktadır. Batılı hükümetler, finans kuruluşları ve uluslararası örgütler tarafından desteklenen bu sistem, yenilenebilir enerji projelerinden karbon piyasalarına kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Ancak, yeşil finansın gerçek doğası ve küresel ekonomi üzerindeki etkileri daha yakından incelendiğinde, bunun sadece bir çevre koruma girişimi olmadığı; aynı zamanda yeni bir ekonomik kontrol mekanizması oluşturma amacı taşıdığı görülmektedir. Bu sistemin üç temel boyutu öne çıkmaktadır:
1. Büyük Fonların ve Finans Kuruluşlarının Kontrolü
Yeşil projeler, çoğunlukla büyük küresel finans kuruluşları ve yatırım fonları tarafından finanse edilmektedir. Dünya Bankası, IMF, Avrupa Yatırım Bankası ve büyük özel bankalar, yeşil enerji ve sürdürülebilir kalkınma projeleri için milyarlarca dolarlık kredi sağlamaktadır. Ancak bu finansman, gelişmekte olan ülkelerin enerji bağımsızlığını desteklemek yerine, Batılı sermayeye bağımlı hale gelmelerine yol açmaktadır.
Örnekler:
- Afrika’daki yenilenebilir enerji projeleri, Batılı finans kuruluşlarından alınan kredilerle yürütülmekte ve bu projelerin ekipmanları genellikle Batılı şirketler tarafından sağlanmaktadır. Böylece, gelişmekte olan ülkeler kendi teknolojilerini geliştirmek yerine dışa bağımlı hale gelmektedir.
- Asya’da hidroelektrik ve rüzgâr enerjisi yatırımları, Çin’in de içinde bulunduğu büyük yatırım fonları tarafından finanse edilmekte ve bu yatırımların yönetimi büyük ölçüde dış kaynaklı şirketlere bırakılmaktadır.
Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin enerji alanında söz sahibi olmasını engellemekte ve Batılı finans sistemine bağımlılıklarını artırmaktadır.
2. Karbon Vergileri ve Yeni Vergi Sistemleri
Yeşil finans politikaları, karbon salınımını azaltma bahanesiyle birçok yeni vergi ve ek mali yük getirmektedir. Hükümetler, yeşil dönüşümü teşvik etmek amacıyla karbon vergileri, emisyon ticareti sistemleri ve çeşitli çevresel düzenlemeler getirmektedir. Ancak bu vergiler ve gelirler doğrudan çevresel iyileştirmeye yönlendirilmemekte, daha çok devletlerin bütçe açığını kapatma ve finansal kuruluşların kâr elde etme mekanizmasına dönüşmektedir.
Örnekler:
- Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS), şirketlerin belirlenen karbon emisyon sınırlarını aşmaları durumunda karbon kredisi satın almalarını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu krediler, büyük ölçüde finans kuruluşları tarafından yönetildiği için, çevresel bir faydadan çok finansal bir araç haline gelmiştir.
- Elektrikli araç teşvikleri ve fosil yakıt vergileri, birçok ülkede halktan daha fazla vergi toplamak için kullanılmaktadır. Elektrikli araç üretiminde kullanılan lityum, kobalt ve nadir toprak elementleri büyük çevresel tahribata yol açmasına rağmen, bu sorunlar göz ardı edilerek fosil yakıtlar şeytanlaştırılmaktadır.
Sonuç olarak, karbon vergileri ve diğer yeşil finans mekanizmaları, geniş halk kesimlerinden gelir transferi sağlayarak, büyük finans kuruluşlarının ve devletlerin mali yapısını güçlendirmektedir.
3. Spekülatif Balon ve Finansal Manipülasyon
Yeşil finans piyasaları, özellikle karbon kredileri ve sürdürülebilir fonlar aracılığıyla büyük finansal spekülasyonlara açık hale gelmiştir. Bazı finansal kuruluşlar, yeşil finans projelerini spekülatif bir balon olarak kullanarak yüksek getirili fonlar oluşturmakta, ancak bu projelerin ekonomik sürdürülebilirliği uzun vadede sorgulanmaktadır.
Örnekler:
- ABD’de elektrikli araç şirketlerine yapılan yatırımlar, 2020’li yıllarda büyük bir yükseliş göstermiş, ancak birçok şirketin finansal verileri gerçek piyasa değerini karşılamadığı için hisse senedi fiyatlarında sert düşüşler yaşanmıştır.
- Karbon kredisi piyasalarında spekülasyon, büyük yatırım fonlarının elinde toplanmakta ve fiyat manipülasyonlarına açık hale gelmektedir. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin karbon piyasalarına erişimini zorlaştırmakta ve karbon ticaretinin birkaç büyük finans kuruluşu tarafından yönetilmesine yol açmaktadır.
Bu bağlamda, yeşil finansın gerçekten çevreyi koruma amacına mı hizmet ettiği, yoksa yeni bir ekonomik sömürü düzeni mi oluşturduğu sorusu giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Gerçekten Doğayı mı Koruyorlar, Yoksa Yeni Bir Finansal Düzen mi İnşa Ediliyor?
Yeşil finans ve sürdürülebilir enerji projeleri, ilk bakışta çevreyi koruma amacı taşıyor gibi görünse de küresel güç dengeleri ve ekonomik çıkarlar göz önüne alındığında bu sürecin arkasında çok daha büyük bir ekonomik ve politik dönüşüm olduğu anlaşılmaktadır.
- Petrol zengini ülkelerin gücünü kırma ve Batı’nın enerji bağımsızlığını sağlama hedefi: Elektrikli araçların ve yenilenebilir enerjinin çevreye zararları göz ardı edilirken, fosil yakıtların şeytanlaştırılması, Batı’nın enerji arz güvenliğini sağlamaya yönelik bir adımdır. Elektrikli araçlara ve yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlar, Batılı ülkelerin enerji ithalatına bağımlılığını azaltırken, petrol ihracatçısı ülkelerin ekonomik ve politik gücünü zayıflatmaktadır. Petrol zengini ülkelerin ekonomik ve politik güçlerini kırma, yeni bir finansal kontrol mekanizması oluşturma ve Batı’nın ekonomik hegemonyasını sürdürme amacı, yeşil dönüşümün temel taşları olabilir.
- Yeni bir finansal hegemonya kurma girişimi: Karbon piyasaları, emisyon ticaret sistemleri ve yeşil fonlar aracılığıyla Batılı finans kuruluşları küresel ekonomide yeni bir kontrol mekanizması oluşturmuştur. Yeşil enerji projeleri gelişmekte olan ülkeler için bağımsız bir çözüm olmaktan çok, Batılı finans sistemine bağımlılığı artıran bir araç haline gelmiştir. Bu süreçte gerçek çevre koruma politikalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak mevcut sistemin, çevreyi koruma bahanesiyle ekonomik bağımlılık oluşturma ve yeni finansal kazançlar sağlama yönünde ilerlediği aşikârdır. Dolayısıyla yeşil finansın gerçek doğasını sorgulamak ve alternatif çözümler üretmek her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
- Halkın vergilendirilmesi ve finansal spekülasyon: Karbon vergileri, çevresel düzenlemeler ve yeşil finans araçları, geniş halk kesimlerinden büyük finans kuruluşlarına kaynak aktarımını kolaylaştırmaktadır. Elektrikli araçlar ve yenilenebilir enerji teknolojileri için sağlanan teşvikler, genellikle büyük yatırım fonları tarafından yönetilmekte ve uzun vadeli spekülatif riskler taşımaktadır.
Bu noktada kritik soru şudur: Gerçekten doğayı korumak mı amaçlanmaktadır, yoksa Batı’nın ekonomik ve finansal hâkimiyetini sürdürecek yeni bir sistem mi inşa edilmektedir? Günümüzde yürütülen politikalar, çevreyi koruma iddiasının ötesinde, Batılı finans sisteminin kontrolünü genişletme stratejisinin bir parçası olarak öne çıkmaktadır.
Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerin bu süreci dikkatle analiz etmeleri, enerji politikalarını bağımsız bir şekilde belirlemeleri ve yerli teknolojilerini geliştirmeleri hayati önem taşımaktadır. Aksi takdirde, fosil yakıtlardan kurtulma süreci, küresel finans sisteminin yeni bir kontrol mekanizmasına dönüşerek ekonomik ve politik bağımsızlığı daha da zorlaştıracaktır.