Ara:

Bülbül

Bülbül

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

 

Şehirden kaçmak isterken sular zâten kararmıştı;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.

 

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl…

Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

 

Muhitin hâli ‘insâniyyet’in timsâlidir, sandım;

Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

 

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

 

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:

Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.

 

Ne muhrik nâğmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güyâ Sur-ı Mahşerdi!

 

-Eşin var, âşiyânın var, baharın var, ki beklerdin;

Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?

 

O zümrüd tahta kondun, bir semâvi saltanat kurdun;

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.

 

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin, hânumânın şen, için şen, kâinâtın şen.

 

Hazansız bir zemin isterse, şâyed ruh-ı ser-bâzın,

Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkum-ı pervâzın,

 

Değil bir kayda, sığmazsın -kanatlandın mı- eb’ada;

Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâdâ.

 

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır?

 

Hayır, mâtem senin hakkın değil…Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

 

Teselliden nasibim yok, hazân ağlar bahârımda:

Bugün bir hânumansız serseriyim öz diyârımda!

 

Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hak-i ecdâdı!

 

Hayâlimden geçerken şimdi; fikrim hercümerc oldu,

Selâhaddin-i Eyyubi’lerin, Fâtih’lerin yurdu.

 

Ne zillettir ki: Nâkuus inlesin beyninde Osmân’ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!

 

Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâb olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, turâb olsun!

 

Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;

Şenâ’atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın;

 

Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dinin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!

 

Yıkılmış hânumanlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!

 

Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

 

Mehmet Akif Ersoy

Bu Vatan Kimin?

Bu Vatan Kimin?

 

Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıra dağlar gibi duranlarındır.

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir…

 

Tutuşup kül olan ocaklarından,

Şahlanıp, köpüren ırmaklarından,

Hudutlarda gaza bayraklarından,

Alnına ışıklar vuranlarındır…

 

Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek gibi çakan sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır…

 

İleri atılıp sellercesine,

Göğsünden vurulup tam ercesine,

Bir gül bahçesine girercesine,

Şu kara toprağa girenlerindir…

 

Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir dağlar kahraman,

Her taşı yâkut olan bu vatan,

Can verme sırrına erenlerindir…

 

Gökyay ’ım ne yazsan ziyade değil,

Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil,

Topun namlusundan görenlerindir…

 

Orhan Şaik Gökyay

Bir Yiğit Gurbete Gitse

Bir Yiğit Gurbete Gitse

 

Bir yiğit gurbete gitse

Gör başına neler gelir

Merdin sılayı andıkça

Yaş, gözüne dolar gelir

 

Bağrıma basarım taşlar

Akıttım gözümden yaşlar

Yavrusun aldıran kuşlar

Yuvasına döner gelir

 

Kocadım çekemem nazı

Bağrıma dökemem közü

Yârin bana kötü sözü

Kara bağrım deler gelir

 

Evlerinin önü söğüt

Atalardan kalmış öğüt

Yârinden ayrılan yiğit

Sılasına döner gelir

 

Yaşa Karac’oğlan yaşa

Ben söylerim coşa coşa

İş düşünce garip başa

Düşünerek gider gelir

 

KARACAOĞLAN

Benden Selâm Olsun Bolu Beyi’ne

Benden Selâm Olsun Bolu Beyi’ne

Benden selam olsun Bolu beyine

Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır

Ok gıcırtısından gürzün sesinden

Dağlar seda verip seslenmelidir

 

Düşman geldi tabur tabur dizildi

Alnımıza kara yazı yazıldı

Tüfek icad oldu mertlik bozuldu

Eğri kılıç kında paslanmalıdır

 

Köroğlu düşer mi yine şanından

Ayırır çoğunu er meydanından

Kır-At köpüğünden düşman kanından

Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır

 

KÖROĞLU