DR. MURAT ERGÜVEN
Asgari Ücret, Enflasyon ve Maaş Zammı Üzerine Bir Değerlendirme

DR. MURAT ERGÜVEN ARAŞTIRMACI YAZAR

İslâmi Finans Bağımsız Denetçi / İslâmi Finansal Kurumlar ve Araçlar Uzmanı

ASGARİ ÜCRET, ENFLASYON VE MAAŞ ZAMMI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Enflasyonist bir ekonomide, özellikle sabit gelirli kesimlerin alım gücü sürekli olarak aşınmakta ve hayat standartları gerilemektedir. Bu bağlamda maaşlara yapılan enflasyon oranındaki artışlar teknik olarak gerçek bir zam değil, enflasyonun tüketici alım gücünde yol açtığı kaybı telafi etmek amacıyla yapılan bir düzenleme diğer bir ifadeyle kaybolan alım gücünün telafisinden ibarettir. Zam, terimsel olarak mevcut maaşa yapılan ek bir artış, bir fazlalık anlamına gelir. Ancak, enflasyon oranında yapılan maaş artışları, gelir sahiplerinin aynı mal ve hizmetleri satın alabilmeleri için alım gücünün korunmasını amaçlayan bir düzenlemedir.

Enflasyonun Sabit Gelirli Üzerindeki Etkisi

Enflasyon, fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi sonucunda para biriminin alım gücünün düşmesine yol açar. Meselâ:

  • Bir çalışanın yılbaşında 50.000 TL maaş aldığı ve Aylık enflasyon %5, yıllık enflasyonun %60 olduğu bir ekonomide, yıl sonunda bu maaş rakamsal olarak 50.000 TL’de sabit kalsa bile gerçek alım gücü %60 oranında azalarak 20.000 TL’ye düşer.
  • Aynı senaryoda, işverenin yıl sonunda maaşlara %30 oranında artış yaptığını varsayalım. Bu durumda maaş 65.000 TL’ye çıkacaktır. Ancak bu artış, kaybolan %60’lık alım gücünün yalnızca yarısını telafi eder. Reel olarak çalışan, önceki yılın maaşıyla kıyaslandığında %30 daha düşük bir alım gücüne sahip olacaktır.
  • Burada verdiğimiz örnek nominal artış ile reel artış arasındaki kritik farkı açıkça ortaya koymaktadır. Enflasyon oranında yapılan artışlar diğer bir ifadeyle maaş güncellemeleri, alım gücünü korur ve alım gücünün yalnızca enflasyon oranını telafi eder. Gerçek bir maaş zammı olabilmesi için enflasyon üzerinde bir artış olması gerekmektedir.

Reel Artış ve Nominal Artış Ayrımı

Enflasyonist ekonomilerde gerçek zamdan bahsedebilmek için iki temel aşama gereklidir:

  1. Denkleştirme: Öncelikle enflasyon oranında bir maaş güncellemesi diğer bir ifade ile enflasyon oranında bir dengeleme yapılarak (reel artış)  alım gücündeki kayıplar telafi edilebilir.
  2. Ek Artış: Enflasyon oranında yapılan artışın üzerine ek bir artışın (nominal artış) sağlanması gerekir. Ancak bu durumda çalışan reel olarak maaşında bir artış elde eder.

Meselâ, %60’lık bir enflasyon oranında maaşlar önce %60 oranında güncellenmeli, ardından bunun üzerine ek bir artış yapılmalıdır. Bunlar yapıldığı taktirde maaş sahipleri reel bir gelir artışı elde etmiş olurlar.

Sonuç ve Öneriler

Enflasyonist bir ekonomide maaş artışlarının adil ve şeffaf bir şekilde yapılabilmesi için şu adımlar önerilir:

  1. Denkleştirme: Maaşlar öncelikle enflasyon oranında güncellenmelidir. Enflasyon oranındaki maaş artışları “zam” değil, “denkleştirme” veya “alım gücü telafisi” olarak tanımlanabilir.
  2. Şeffaflık: İşverenler, çalışanlara maaş artışlarını reel ve nominal olarak açıkça ifade etmelidir.
  3. Reel Zam: Enflasyon oranındaki kayıplar telafi edildikten sonra, gerçek anlamda bir zam yapılmalıdır.

Sonuç olarak, enflasyonist bir ekonomide maaşlara yapılan artışlar zam olarak değil, bir denkleştirme olarak görülmelidir. Enflasyon üzerinde artış yapıldığında reel artış sağlanmış olacak ve böylelikle çalışanların alım gücü de artırılmış olacaktır. Bu tür bir yaklaşım çalışanlarla işverenler arasındaki güveni güçlendirecek ve adil bir düzenin tesis edilmesini de sağlayacaktır.

Bir Müslümanın Misyon, Vizyon ve İlkeleri

DR. MURAT ERGÜVEN / ARAŞTIRMACI YAZAR

İslâmi Finans Bağımsız Denetçi / İslâmi Finansal Kurumlar ve Araçlar Uzmanı

BİR İNSANIN VEYA BİR ŞİRKETİN SOSYAL HAYATTA VE İŞ HAYATINDA MİSYON, VİZYON VE DEĞER BİLDİRİMİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

Bugün şirketler kendilerine bir görev biçmekte ve bunu misyon olarak ifade etmektedirler. Bununla birlikte şirketler gelecekte kendilerini nerede görmek istiyorlarsa diğer bir ifade ile gelecek hedefleri ne ise bunu da belirleyerek çalışmalarını bu hedeflere ulaşmak üzerine inşaa ediyorlar. Şirketler üstlendikleri misyon çerçevesinde kendilerine amaç edindikleri vizyona ulaşmak için birtakım ilkeler belirlerler.

Ben de burada bir kişinin sosyal hayatta ve iş hayatında sahip olması gereken genel bir misyon, vizyon ve değer bildirimi örneği oluşturdum.

Buna göre, İslam ticaret ve iş ahlakı ilkelerine dayanarak bir kişinin veya bir şirketin Misyon, Vizyon ve Değerler Bildirimi önerisi aşağıdaki gibi olabilir:

Misyon (Görev Bildirimi)

“Müşterilerimize ve iş ortaklarımıza dürüstlük, şeffaflık ve adalet ilkeleri doğrultusunda değer katmak; insan onurunu ve haklarını gözeterek helal ve ahlaklı ticaretin örnek bir temsilcisi olmak.”

Vizyon (Hedef ve Gelecek Perspektifi)

“İslam ahlakını ve iş ilkelerini temel alarak global ticaretin güvenilir bir aktörü haline gelmek; adil ve sürdürülebilir bir ekonomi inşa ederek toplum refahına katkıda bulunmak.”

Değerler Bildirimi

  1. Adalet ve Dürüstlük: İşlemlerimizde doğruluk ve hakkaniyeti esas alırız. Hiçbir aldatmaya veya haksız kazanca yer vermeyiz.
  2. Şeffaflık: İş süreçlerimizde açıklık ve bilgilendirme yükümlülüğünü gözetiriz. Muhatabın haklarını eksiksiz şekilde teslim ederiz.
  3. Empati ve Anlayış: Müşterilerimiz ve iş ortaklarımızla hoşgörülü ve çözüm odaklı bir ilişki kurarız.
  4. Sosyal Sorumluluk: İş süreçlerimizde toplumun refahını ve çevreye duyarlılığı öncelikli olarak ele alırız.
  5. Helal ve Etik Ticaret: Tüm iş modellerimizde İslam hukukuna ve ahlakına uygunluk ilkesine bağlı kalırız.
  6. Kalite ve Güven: Ürün ve hizmetlerimizde kaliteyi ön planda tutar, güvenilirliğimizi koruruz.
  7. Gelişim ve Yenilikçilik: İslam ahlakına sadık kalarak sürekli gelişimi ve yenilikçiliği hedefleriz.

Bu misyon, vizyon ve değerler bildirimi, işletmenizin İslam ticaret ahlakına uygun bir şekilde faaliyet gösterdiğini ve bu ilkeleri içselleştirdiğini açıkça yansıtır.

Faizin İnsan ve Piyasa Üzerinde Olumsuz Etkileri

Dr. Murat ERGÜVEN Araştırmacı / Yazar
İslâmi Finans Bağımsız Denetçi- İslâmi Finansal Kurumlar ve Araçlar Uzmanı


FAİZİN İNSAN VE PİYASA ÜZERİNDE OLUMSUZ ETKİLERİ: SOSYAL VE EKONOMİK BOYUTLAR
Faizin kişisel ve toplumsal zararlarını evrensel bir perspektif sunabilmek adına Batı dünyasından örneklerle açıklamaya çalıştım. Aristoteles’ten etkilenmiş olan ve bütün skolastik dönemin en büyük filozofu Saint Thomas d’Aquin (D. 1225- Ö. 7 Mart 1274) ve son dönem Batılı düşünürler arasında özellikle Adam Smith, David Ricardo ve John Maynard Keynes gibi ekonomistler, faiz konusuna dolaylı ya da doğrudan değinerek onun kişi ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini incelemişlerdir.
Hristiyanlık Eski Ahit (Tevrat ve Zebur) ve  Yeni Ahitte faiz yasaklanmıştır. Bu yasak, 16. yüzyıldaki Reform hareketine kadar etkili olmuştur.  Yahudilikte de faiz yasaklanmıştır. Eski Yunan Felsefesinde ve Roma Hukukunda faiz erken dönemlerde yasaklanmıştı. Ancak daha sonraki dönemlerde sınırlı faiz oranlarına izin verilmiştir. Meselâ, genelde %12’ye kadar faiz oranı kabul edilebilirdi.
Bu örneklerden hareketle faizin insan üzerindeki olumsuz etkilerini şöyle sıralayabiliriz:
Faiz, sermayenin verimsiz kullanılmasına ve piyasanın etkinsizleşmesine neden olur.
Faiz, toplumda gelir adaletsizliğine neden olur.
Faiz, ferdi, ailevi ve toplumsal hayatı olumsuz etkiler, sosyal huzursuzluğu artırır.
Faiz, fert üzerinde psikolojik ve ekonomik baskı oluşturur.
Faiz, insanları ahlaki ve manevi yıkıma sürükler.
Faiz, toplumsal dayanışmayı ortadan kaldırır ve merhameti zedeler.
Faiz, iflaslara ve iş kaybına neden olur, ekonomik istikrarsızlığa yol açar.
Faiz, eğitim ve sağlık için alınan krediler gençlerin ekonomik özgürlüğünü kısıtlar.
Kolay erişimli tüketici kredileri aşırı tüketime neden olur.
Faiz, haksız kazanca ve bereketsizliğe sebep olur.
 
ESKİ YUNAN FELSEFESİNDE FAİZ
Aristoteles: Faize açık bir şekilde karşıydı ve “doğaya aykırı” olarak nitelendirmiştir. Politika adlı eserinde, paranın kendi başına değer üretmediğini ve faizin adaletsiz bir kazanç biçimi olduğunu savunur. Paranın bir değişim aracı olduğunu ve bu araçla daha fazla para kazanmanın ahlaki olmadığını belirtmiştir.
Paradan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para değişim aracı olarak yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını çoğaltır. Dolayısıyla da “doğaya en aykırı” düşen para kazanma tarzıdır.
Platon: Zenginlik hırsı ve haksız kazancı eleştiren Platon; Devlet adlı eserinde, ekonomik eşitsizliklerin toplum düzenini bozduğunu vurgular.
Sokrates: Ahlak, adalet ve erdem odaklı yaklaşımları göz önüne alındığında, haksız kazanca karşıdır.
SAİNT THOMAS D’AQUİN’E GÖRE FAİZ
Orta Çağ Batı düşünürlerinden biri olan Aquinas, faizi adalet ve ahlak bağlamında ele alarak onu doğal hukuka aykırı bir kazanç olarak nitelendirir. Aquinas’a göre faiz, emek harcanmadan elde edilen haksız bir kazançtır ve bu, toplumsal adaleti zedeler.
“Parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı (iki defa) satma imkânı yoktur. Herhangi bir malın bizzat kendisiyle kullanımını ayırmak ve böylece satmak mümkün olmadığına göre, kullanım karşılığı olan bir faiz istemek aslında haksızlık, hatta hırsızlıktır. Çünkü bu aynı şeyi (kullanımıyla bizzat malın kendisini) iki defa satmak demektir. Faiz, zamanın bir fiyatı ise, hiç kimse faiz talep etme durumunda değildir. Çünkü zaman bütün insanlar için ortaktır ve sadece Tanrı’ya aittir. Öyleyse, bir faiz ödetmek hem hırsızlıktır ve hem de zamanı insanlara bedava veren Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçtur.”
Faiz ve Adalet: Faizin adalete aykırı olduğunu savunur. Bu görüş, paranın doğal olarak kendi başına değer oluşturmayan bir araç olduğuna dayanır. Para, yalnızca mal ve hizmetlerin değişimi için bir araçtır. Paranın bu şekilde kullanılması gerekirken, ödünç verilen paradan (kullanım karşılığı olan bir) faiz talep edilmesi haksız bir kazanç (hatta hırsızlık) olarak görülmüştür. Çünkü bu ayni şeyi iki defa satmak (kullanımıyla bizzat malın kendisini) demektir.
Doğaya Aykırılık: Para kendi doğası gereği üretken değildir. Paranın ödünç verilmesi yoluyla daha fazla para kazanmak (faiz talep etmek), “doğaya aykırı” bir eylemdir. Bu görüş, Aristoteles’in faizi “doğaya aykırı kazanç” olarak nitelendirmesiyle paralellik gösterir.
Ahlaki ve Dini Boyut: Faizi sadece ekonomik bir sorun olarak değil, aynı zamanda ahlaki ve dini bir mesele olarak ele almıştır. İncil’deki faiz karşıtı öğretilere dayanarak, faiz almanın haksızlık ve günah olduğunu vurgulamıştır. Ona göre faiz, doğası gereği ahlaka aykırı bir kazanç biçimidir ve bu nedenle yasaklanmalıdır. Bu görüşler, özellikle Orta Çağ boyunca Avrupa’da faiz yasağının temel dayanaklarından biri olmuştur.
ADAM SMİTH VE FAİZ ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ
Adam Smith, “Ulusların Zenginliği” (1776) adlı eserinde, faizi doğrudan haram veya zararlı bir olgu olarak nitelendirmese de yüksek faiz oranlarının toplum üzerinde yaratabileceği adaletsiz etkileredikkat çeker.
Adam Smith, piyasalarda “makul” bir faiz oranının belirlenmesi gerektiğini, aksi takdirde yüksek faiz oranlarının zenginler ile fakirler arasındaki ekonomik uçurumu derinleştirebileceğini ifade eder.
Sermaye Verimsiz Kullanılır: Yüksek faiz oranları, sermayenin üretken alanlar yerine spekülatif-manipülatif yatırımlara kaymasına neden olur. Bu durum, uzun vadede üretimlerin düşüşüne ve ekonomik istikrarsızlığa yol açar.
Toplumsal Adaletsizliği Artırır: Adam Smith, piyasada sermaye birikiminin önemine vurgu yaparken, faizin gelir eşitsizliğini artırıcı etkilerinden bahseder. Zenginler, faiz gelirlerinden haksız kazanç sağlarken, düşük gelirli bireyler borç yükü altında ezilir.
JOHN MAYNARD KEYNES VE FAİZİN EKONOMİK İSTİKRARSIZLIK ÜZERİNE ETKİSİ
Keynes, faiz oranlarının ekonomik faaliyetler üzerindeki etkilerini incelerken, yüksek faiz oranlarının yatırımları olumsuz etkilediğini vurgular. “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” (1936) adlı eserinde faiz oranlarının ekonomik durgunluğa nasıl yol açabileceğini şu şekilde açıklar:
Yatırımları Kısıtlar: Keynes’e göre yüksek faiz oranları, girişimcilerin borçlanma maliyetlerini artırarak yeni yatırımları kısıtlar, hatta engeller. Bu durum, ekonomik büyümeyi yavaşlatır ve işsizliğe yol açar.
Tüketim ve Talep Azalır: Faiz oranlarının artması, kişilerin borçlanma yerine tasarrufa yönelmesine neden olur. Bu, tüketim talebini düşürerek ekonomiyi durgunluğa sürükler. Keynes, ekonomik büyüme için düşük faiz oranlarının önemini vurgular.
DAVİD RİCARDO VE FAİZİN GELİR DAĞILIMINA ETKİSİ
Ricardo, faiz oranlarındaki artışın; sermaye sahiplerinin kazançlarını artırırken, emeğiyle geçinen kişilerin gelirlerini baskı altında bırakarak  toplumsal sınıflar arasındaki gelir dağılımını nasıl etkilediğini analiz eder.
Toplumsal Huzursuzluk: Ricardo’ya göre faiz gelirleri, servet sahibi olanların daha da zenginleşmesine yol açar. Bu, toplumda sosyal adaletsizliğin ve sınıf çatışmalarının artmasına neden olabilir.
BATI’DA FAİZ KARŞITI UYGULAMALAR VE GÖZLEMLER
Modern Ekonomik Krizler: 2008 Küresel Ekonomik Krizi gibi modern olaylar, yüksek faizli kredi sistemlerinin birey ve toplumlar üzerinde yarattığı ağır etkileri gözler önüne sermiştir. Faizli borçlanma, bireylerin ödeme güçlüğü yaşamasına, şirketlerin iflas etmesine ve toplumsal güvensizliğin artmasına yol açmıştır.
KİŞİSEL, TOPLUMSAL VE EKONOMİK ZARARLARI: BATILI PERSPEKTİFLE ÖZET
Kişisel Zararlar:
Faiz, kişiler üzerinde psikolojik baskı oluşturur. Yüksek faiz oranları, borç ödemelerini zorlaştırarak stres, kaygı ve ailevi sorunlara yol açar.
Batılı düşünürler, faizli borçlanmanın kişileri ekonomik özgürlükten mahrum bıraktığını ve insan onurunu zedelediğini vurgular.
Toplumsal Zararlar:
Faiz, gelir eşitsizliğini artırır ve toplumsal dayanışmayı zedeler. Sermaye sahiplerinin haksız kazanç elde etmesine neden olurken, düşük gelirli bireyleri daha da yoksullaştırır.
Ekonomik krizlerin temel nedenlerinden biridir. Keynes ve Ricardo gibi düşünürler, faiz sisteminin ekonomik istikrarsızlığı tetiklediğini ve sosyal huzursuzluğu artırdığını belirtir.
Ekonomik Zararlar:
Yüksek faiz oranları, sermayenin üretken alanlar yerine spekülatif-manipülatif yatırımlara kaymasına neden olur. Bu durum, uzun vadede üretimlerin düşüşüne ve ekonomik istikrarsızlığa yol açar. Sermayenin verimsiz kullanılmasına neden olur.
Yüksek faiz oranları, girişimcilerin borçlanma maliyetlerini artırarak yeni yatırımları kısıtlar, hatta engeller. Bu durum, ekonomik büyümeyi yavaşlatır ve işsizliğe yol açar.
Faiz oranlarının artması, kişilerin borçlanma yerine tasarrufa yönelmesine neden olur. Bu, tüketim talebini düşürerek ekonomiyi durgunluğa sürükler.
Sonuç olarak, Batılı düşünürler de faizin hem ahlaki (kişisel hem de toplumsal) hem de ekonomik zararlarına vurgu yapmaktadırlar. Bu zararlar, İslam’ın faiz yasağıyla amaçladığı kişisel refah, toplumsal adalet ve ekonomik istikrar anlayışını destekler niteliktedir. İslam iş ve ticaret modelleri, sadece dini bir gereklilik değil, aynı zamanda evrensel bir etik ve ekonomik çözüm olarak değerlendirilebilir.