DR. MURAT ERGÜVEN
Bir Kitabın Gün Yüzüne Çıkışı

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı

BİR KİTABIN GÜN YÜZÜNE ÇIKIŞI

Kaşgarlı Prens Mahmud tarafından yazılan Divân-ü Lügâti’t-Türk (1074) Araplara Türkçe’yi öğretmek için hazırlanmış çok kıymetli bir dil (bilgisi) kitabıdır.

Sekiz bin civarında Türkçe kelimeyi Arapça olarak açıklayan bu eser hem sözlük hem de bir dilbilgisi kitabı niteliğindedir.

Bunun yanı sıra Türk tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına yani Türk toplum hayatının her sahasına ait zengin bilgiler de ihtiva etmektedir.

Aynı zamanda bu eser dönemin tıbbı ve tedavi usulleri hakkında da bilgi veren ansiklopedik bir kitaptır.

Türk dili ve kültürü için son derece önemli olan bu eser; daha önceden eserden haberi olan ve bu eserin kıymetini bilen, kitap sevdalısı Ali Emirî Efendi tarafından sahaflar çarşısında bulunmuştur.

1910’lu yıllarda emekli bir memur olan Ali Emirî Efendi, âdeti gereği haftada birkaç kere (o zaman kıymetli kitapların satıldığı) sahaflar çarşısına uğramaktadır…

Bir gün bir kitapçıda 30 (altın) liraya satışa çıkarılan bir kitapla karşılaşır. Bu harika kitabı eline alınca kitaba bayılır. Kendi ifadesiyle kitap ‘otuz lira değil, otuz bin lira eder.’

O zaman için 30 lira ise çok iyi bir memur maaşıdır. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bu eseri, o günlerde pek bilen ilim ehli de yoktur.

Ali Emirî Efendi, kitapçının durumu fark edip fiyatı arttırmaması için:

  • “- Dağınık bir eser… Acaba tamam mı? Değil mi? Hem de müellifi Kaşgarlı bir adam imiş, kimdir, necidir? Belli değil. Sarı çizmeli Mehmed Ağa…” Der. Ve ancak bu kitaba 15 lira verebileceğini söyler. Kitapçı ise:
  • “-Hayır. Zaten kitap benim değil. Sahibi yaşlıca bir kadın.. Mutlaka 30 lira istiyor. Alacaksan kadına iyilik etmiş olursun. Yoksa kitabı geri vereceğim.” Der.

Bunun üzerine Ali Emirî Efendi; “Şimdi işin şekli değişti.” Diyerek kitabı alır.

Fakat yanında ancak 15 lirası olduğundan başka birisi kitabı alıverir endişesiyle para almak için eve gitmekten de çekinir. Ve çaresizlik içinde Allah’a dua eder: “Allah’ım! Bir dost gönder, bana yardım etsin. Beni bu kitaptan ayırma!..”

Birkaç dakika sonra dostlarından birinin oradan geçtiğini görür. Ve hemen çağırarak usulca 20 lira ister. Ali Efendi, kitapçıya 3 lirası bahşiş olmak üzere 33 lira vererek kitabı alır. Ve sevinçle elhamdülillah diyerek evinin yolunu tutar…

Bir ara Macarlar kitaba 10 bin altın lira teklif ettilerse de Ali Emirî Efendi bu teklifi reddeder. Ali Emirî Efendi, bu kıymetli eseri tanıdıklarına ballandıra ballandıra anlatır. Fakat kitabı kimseye göstermek istemez.

Nihayet bir gün Kilisli Muallim Rıfat’a kitabı gösterir. Ve bir ahh çekerek, Muallim Rıfat’a: bu kitabın çok kıymetli fakat dağınık olduğunu, her gün kitapla bir-iki saat ilgilenerek tamam olup olmadığını meydana çıkarmasını söyler. Muallim Rıfat, iki ay içinde kitabı inceleyerek düzeltir ve kitabın noksansız olduğunu Ali Emiri Efendi’ye müjdeler.

Sevinçten ağlayan Ali Emirî ise evinin bir bölümünü Muallim Rıfat’a bağışlamak ister. Fakat Muallim Rıfat teşekkür edip, bu teklifi nazikçe geri çevirerek kitabın yayınlanmasına müsâade ister ve olumlu cevap alır. Kitab, birkaç yıl sonra Arapça aslıyla 3 cilt halinde yayınlanır. 1940’lı yıllarda Türkçeye çevrilerek 3 cilt olarak basılmıştır. Türk Dil Kurumu ise 1941’de tıpkıbasımını yapmıştır. Yedi asırlık asıl ve tek yazma nüshası Millet Kütüphanesi’nde olan bu kıymetli şaheser şimdi binlerce kişinin istifadesine sunulmuştur.(1)

____________________________________________________________________________________

  • (1) Muhtar Tevfikoğlu, Ali Emirî Efendi (Ankara-1989); Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi (İstanbul-1983), 1/149-150; Mustafa S. Kaçlin, Divân-ü Lügâti’t-Türk/TV-İslâm Ansiklopedisi (İstanbul-1994), 9/447-449.
Başını Vermeyen Şehid

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı

BAŞINI VERMEYEN ŞEHİD

Devir Kânunî devriydi. O zamanlarda Avrupa sınırımızda Girijgal Palankası diye küçük bir kale vardı. Girijgal Palankası Zigetvar’ın yaklaşık bir kilometre yakınlarındaydı. Kıral Ferdinad ile anlaşma olmasına rağmen sınır boylarındaki düşman askerleri ve eşkıyaları Osmanlı halkına saldırıyor ve gazilerin hışmından kaçıp Kapuşvar Kalesi’ne sığınıyorlardı.

Bunun için savaş sanatının aslanları gazi beyler bu kale üzerine gönderilirler (1554). Düşman kaleden çıkıp gazilerle çarpıştıysa da sonunda zaferi Türkler kazanır. Fethin nişanesi kalenin burçlarına bayraklar dikilir ve ezânlar okunur.

Burası fethedildikten sonra Kartina ve Bobofça kaleleri de fethedildi. Sonra Zigetvar Kalesi kuşatılmak üzere Zigetvar Ovası’na inilip hazırlıklar yapıldıysa da kış yaklaştığından kuşatmadan vazgeçildi.

O günlerde Girijgal Palankasındaki bütün genç mücahidler Kapuşvar’ın fethine gittiklerinden Ordu-yu Hümâyûnla Zigetvar yakınlarına inmişlerdi. Böylece Girijgal muhafızı Ahmed Bey ile yiğit gazileri kaleden bir hayli uzak düşünce, Zigetvar muhafızı Kıraçin, fırsat bu fısat deyip Girijgal üzerine yürüdü.

Düşman askeri palankayı sarınca civardaki Türk kalelerinden yardım istemek için imdat topları atıldı. Çünkü buradaki gaziler gayet azdı. Düşman askeri binden fazla olup kimisi atlı kimisi piyade idi. Girijgal’de ise sadece yüz on dört kişi vardı. Dışarı çıkıp savaşamayacaklarını düşünüp kaleye kapandılar.

Kıraçin, palankaya adam gönderip: “Girijgal’i vire/anlaşma ile teslim edip gitsinler. Kendilerine hiçbir zarar vermeyeceğim.” Diye haber saldı. Kaledeki gaziler aralarında müzakere ettiler.

Kaleyi teslime kimse razı değildi. Gazilerin burnunda gaza ve şehâdet tütüyordu.  Hemen çıkıp cenk etmek niyetindeydiler. Gaziler bunun için kadıdan kalenin kapısını hemen açmasını istediler.

Kadı ise onlara: “Ey meydan erleri, Şah-ı Gazi Han Süleyman aşkına beni dinleyin. Maksadım sizi gazadan menetmek değil. Bugün baş ve can feda olsun. Yarın Kurban Bayramı, bugün Cuma ve arefe günü.

Bugün bütün hacılar ve mü’minler bizim gibi gazilerin muzaffer olması için Allah’a dua edip yalvarıyorlardır. Biz de Cuma namazımızı kılalım, gözyaşı döküp duamızı edelim. Sonra cenge çıkarız. Kalanımız gazi, ölenimiz şehid olsun.” Diye nasihatte bulundu.

Böylece Cuma vaktini bekleyip, hep birlikte namazlarını kıldılar ve dualarını ettiler. Aradan hayli zaman geçtiğinden düşman; “Türkler aralarında teslim olmak için konuşuyorlar sanıp” kaleyi teslim almak için beklerken kapı açılıp gaziler hep birden hücuma geçince şaşkına döndüler.

Gözünü budaktan sakınmayan yiğit gaziler vardı. Bunlara “deli” derlerdi. Gazi Mehmed ve Gazi Hüsrev de bunlardandı. Biri bir kola, biri diğer kola baş olmuştu.

Evvelce atılan haber toplarını civar kalelerden duyanlardan 10–15 gazi tuzu dumana katarak yıldırım gibi imdada geldiler. Düşman askeri de koca ordu geliyor sanıp bir hayli ürkmüştü. Kaleden çıkan gaziler kıyasıya savaşıyorlardı. Fakat şiddetli cenk esnasında Deli Mehmed adlı cengâver gazinin kesildi başı ve ayrıldı bedenden. Kesen o kafir aldı başı eline, götürüyordu onu kendi iline.

Deli Hüsrev bunu görüp haykırdı: “Mehmed! Mehmed! Ne yatarsın, başını aldı gitti. Revadır canı verdin, kıyma bari başa.” 

Yerde başsız yatan Deli Mehmed, canlıymış gibi hemen fevri yerinden fırladı kalktı. Eliyle o lanet kâfire vurduğuyla düşürdü atından.  Ve kendi kesik başını aldığıyla yerden, hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi yığılıverdi birden.

Bu hâl acayip bir hâl ve farklı bir manzaraydı. Ne kimse gördü o ânı ne de işitti.  Bu hâli gören bir kadı bir de Hüsrev gaziydi. (1)

_______________________________________________________________________________________

  • (1) Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi (Ankara–1992), 1/ 251–255.
1 Şubat 1944 Gerede Depremi

DR. MURAT ERGÜVEN / ARAŞTIRMACI YAZAR

1 ŞUBAT 1944 GEREDE DEPREMİ

1 Şubat 1944 Gerede Depremi Türkiye’nin en büyük depremlerinden biri olarak kabul edilir. Bolu ilinin Gerede ilçesinde meydana gelen bu deprem, 7.2 büyüklüğünde olup büyük yıkımlara ve can kayıplarına yol açmıştır. Gerede’nin nüfusu 1943 yılı sonu itibarıyla şehir merkezi 4.000 kişi ve köylerle birlikte 58.000 kişi olduğu düşünülürse yıkımın ne denli şiddetli ve büyük olduğu görülür.

İşte depremin detaylı bilgileri:

📌 Depremin Genel Özellikleri

  • Tarih: 1 Şubat 1944
  • Saat: 05:22 (TSİ) (06:21)
  • Merkez Üssü: Bolu/Gerede
  • Büyüklük: 7.2 (Mw) (7,2 ile 7,4 arasında)
  • Derinlik: Yaklaşık 10-15 km
  • Fay Hattı: Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF)
  • Süre: 20-25 saniye

📉 Etkileri ve Hasar Durumu

  • Gerede’nin Toplam Nüfusu: 58.ooo kişi (yaklaşık)
  • Gerede Şehir Merkezi Nüfusu: 4.000 kişi (yaklaşık)
  • Ölü Sayısı: 4.611  kişi
  • Yaralı Sayısı: 5.000’den fazla kişi
  • Yıkılan Bina: 20.000’den fazla yapı tamamen yıkıldı, 40.000’den fazla bina ağır hasar aldı.
  • Etkilenen Bölgeler: Bolu, Çankırı, Kastamonu, Ankara, Sakarya, Düzce, Zonguldak ve Bartın illerinde büyük yıkım oldu.

Büyük Deprem olarak da bilinen Gerede Depreminde Gerede ile birlikte Bolu, Çerkeş, Kurşunlu ve Ilgaz ilçeleri en fazla hasar gören yerler oldu. Başta Bolu’nun tüm ilçeleri olmak üzere, Ankara’nın bazı bölgeleri, Zonguldak, Çankırı, Karabük, Kastamonu, Çorum, Sinop ve Samsun illerinde de şiddetli bir şekilde hissedilmiştir. Ankara’da bile bazı binaların hasar gördüğü rapor edilmiştir. Bu geniş etki alanı, depremin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir.

🌍 Zemin Hareketleri, Fay Hattı Değişimleri ve Jeolojik Durum 🌐

Gerede Depremi, Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde meydana geldi. Bu fay hattı, Türkiye’nin en aktif ve en tehlikeli fay hatlarından biridir. Deprem, Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde özellikle Gerede-Çerkeş segmenti boyunca yaklaşık 180 km uzunluğunda bir yüzey kırığı oluşturmuştur. Bu kırılma, yer boyunca 4,5 metreye kadar yatay kaymaya sebep olmuştur. Diğer bir ifadeyle bu kırık üzerinde 4,5 metreye varan Extreme atımlar (doğrultu atımlı kaymalar) gözlemlenmiştir. Bu kırık boyunca ortalama sağ yan atımı 4.37 metre olarak ölçülmüş, en büyük sağ yan atımı ise 7.16 metreye kadar ulaşmıştı. Bu veriler, depremin büyüklüğünü ve depremin ne kadar büyük bir enerji açığa çıkardığını ve zemin hareketlerinin yaşadığını göstermektedir. Yatay atılımlar, özellikle yüzeyde belirgin deformasyonlara ve arazi şekillerinde değişimlere yol açmıştır. Bu tür büyük zemin hareketleri, altyapı ve üstyapı hasarlarının yanı sıra, doğal çevrede de kalıcı değişimlere neden olmuştur.

📜 Tarihi Önemi ve Sonuçları

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin erken döneminde yaşanan en büyük depremlerden biri oldu.
  • Bölgedeki ahşap evler genellikle daha az hasar gördü, taş ve kerpiç yapılar ise tamamen yıkıldı.
  • Deprem sonrası afet yönetimi oldukça yetersiz kaldı, çünkü o dönemde modern anlamda bir Afet Yönetim Sistemi henüz bulunmuyordu.
  • Büyük yıkım nedeniyle bölgenin demografik yapısında değişimler oldu, birçok insan göç etmek zorunda kaldı.
  • 1939 Erzincan Depremi’nden sadece 4 yıl sonra yaşandığı için, ülke genelinde büyük bir afet bilinci oluşmaya başladı.

📍 Günümüzde Gerede Depremi’nin Önemi

1 Şubat 1944 Gerede Depremi, Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın doğudan batıya kırılma sürecinin bir parçasıdır.

  • 1939 Erzincan Depremi (7.9)
  • 1942 Niksar-Erbaa Depremi (7.0)
  • 1943 Tosya-Ladik Depremi (7.6)
  • 1944 Gerede Depremi (7.2)

Bu depremler, Kuzey Anadolu Fayı’nın batıya doğru stres transfer ettiğini göstermiştir. 1999 Gölcük Depremi gibi büyük depremler de bu sürecin devamı olarak yorumlanmaktadır.

🛠️ Alınan Dersler ve Günümüz Çalışmaları

1944 Gerede Depremi’nden sonra:

  • Deprem yönetmelikleri gözden geçirilmiş, ancak yeterli seviyede uygulanmamıştır.
  • Ahşap ve betonarme yapıların önemi daha iyi anlaşılmıştır.
  • Türkiye’de modern afet yönetimi ve deprem araştırmaları, ilerleyen yıllarda gelişmeye başlamıştır.

Bugün Bolu-Gerede hattı, Türkiye’nin en riskli deprem bölgelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Uzmanlar, bu bölgede 7 ve üzeri büyüklükte yeni bir depremin olabileceği konusunda uyarılarda bulunmaktadır.

Sonuç olarak, 1 Şubat 1944 Gerede Depremi, Türkiye’deki en büyük ve Türkiye’nin en yıkıcı depremlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Kuzey Anadolu Fayı’nın Batı Anadolu’ya stres transferinde önemli bir halkayı oluşturmuş ve bölgenin depremselliği konusunda önemli veriler sağlamıştır. Bugün hala bölgedeki fay hatları aktif olup, yeni depremler üretme potansiyeline sahiptir.

Deprem sırasında meydana gelen büyük zemin hareketleri ve muhtemel yangınlar, mal kaybının artmasına neden olmuştur. Depremin büyüklüğü, geniş etki alanı, zemin hareketlerinin sıcaklıkları ve sonrasında meydana gelen patlamalar, can ve mal kayıplarının artmasına neden olmuştur. Bu felaket, bölgedeki demografik ve ekonomik durumun derinden etkilenmiş olup  toparlanma süreci uzun yıllar devam etmiştir.

Bu felaket, depreme dayanıklı yapıların genişlemesi ve afet yönetimiyle ilgili eksiklikleri bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bugün, bu tür felaketlerden ders alınarak, Gerede’nin bir bölgesi tamamen yıkılarak gelişmiş yapı standartlarına göre yeniden inşa edildiği bir sürece girilmiştir. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Allah bir daha Geredemiz’e ve memleketimize böyle felaketler yaşatmasın.

Diğer şehirlerimizin de deprem öncesi afet bilinci ile yapılarını yenilemeleri olası felaketlerden en az can ve mal kaybıyla çıkmamızı sağlayacaktır.