Cihangir Yavuz Mütevazı Selim
Dr. Murat ERGÜVEN/Araştırmacı Yazar
CİHANGİR YAVUZ MÜTEVAZI SELİM
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü olan Yavuz Sultan Selim Han (1470–1520), dünyanın sayılı cihangirlerindendir.
Selim Han, uzuna yakın orta boylu, çatık kaşlı, sert bakışlı, pala bıyıklı, asabi mizaçlı, fevkalade cesur, usta bir silahşor ve harp sanatlarında ise emsalsiz bir kumandandı. Karakterinin sertliğinden dolayı da “Yavuz” diye anılagelmiştir.
Yavuz, devlet işlerinin bir program dâhilinde yürütülmesini ister ve her meselede devlet adamlarının görüş ve düşüncelerinden faydalanmaya çalışırdı. Günlerce düşünüp kararını verdikten sonra büyük bir azim ve irade ile tatbikat ve icraata geçerdi. Bundan sonra böyle bir kararın aleyhinde bulunanları ise eski yakınlığına, teveccüh ve takdirine bakmadan derhâl idam ettirirdi.
Cihan siyasetine tamamıyla vakıf olan Yavuz, doğu dillerini, özellikle de Farsça’yı iyi biliyordu. Bütün Türk edebiyatında Farsça’yı en iyi kullanan şairlerdendir.
Yavuz Selim, “Osmanlı sultanları içinde askerî dehâ olarak Fatih’ten sonra gelir. İlim itibariyle ise Yavuz Selim, Osmanoğulları’nın en yükseğidir.” Diyenler olmuştur. Hatta bazı İslâm âlimleri Yavuz Selim’in İslâm’ı Şia’ya karşı koruyup, Anadolu ve İslâm birliğini tesis ve temin ettiği için, 9. Yüzyılın (siyâsî) müceddidi olduğunu söylemişlerdir.
Yavuz Selim, geceleri 3-4 saatten fazla uyumaz; ilim öğrenme merakından dolayı okumaya hususi zaman ayırırdı. Hatta savaşa çıkarken bile yanında kitap bulundururdu. Mısır seferi dönüşünde astronomi ile ilgili bir kitabı ünlü âlim İbn-i Kemâl ile mütalaa ederek okuyup bitirmiştir.
Yavuz devrinde Türkiye gerçek bir “cihan devleti” haline gelmiştir. Yavuz, her ne kadar Avrupa ülkelerine gitmediyse de Asya ve Afrika’daki “ölçüye sığmaz fetihler” Avrupalıları pek korkutur olmuştur.
Yavuz, yüzyıllardır hiçbir cihangirin aşamadığı çölleri aşıp Mısır’ı fethetmiş ve tarihte ancak bir-iki cihangire nasip olacak bir başarıyla iki yılı aşkın bir süre sonra başkentine dönüyordu.
Bir hamlede ve tek bir seferde ülke topraklarını iki katından daha fazla genişletmişti.. Maddi bakımdan dünyanın üçüncü büyük devleti ortadan kaldırıldığı gibi manevî bakımdan ise şan ve şeref bütün İslâm tarihi çapındadır.
İslâm dininin başkanlığı demek olan “halifelik”, 767 yılından beri bu sıfatı taşıyan Abbasîler’den Osmanoğulları’na geçmiştir. Mukaddes şehirler (Mekke, Medîne, Kudüs) ve mukaddes emanetler de artık Osmanlılardadır.
İşte bu muhteşem tabloyla payitahta dönen büyük cihangir Yavuz Selim Han’ı İstanbul’da karşılamak için eşi görülmemiş büyük merasimler hazırlanmıştı. Yüzbinlerce halk, en samimi hisleriyle ve coşkun bir heyecanla gazi hünkârlarına alkış tutmak için aylardan beri sabırsızlıkla bugünü bekliyorlardı. Adeta İstanbul’da kıyametler kopuyordu..
Devlet işlerinde son derece acımasız, şiddetli ve gösterişli olan Sultan “Yavuz”, kendi özel hayatında ise gayet mütevazı, mahcup, sakin, utangaç ve halim-“Selim” bir adamdı..

“Yavuz Selim” Han, İstanbul’da halkın hissiyatını ve yapılacak merasimleri öğrenince sıkılıp rahatsız oldu. “Biz bunca meşakkate, sefere ve yolculuğa alkış uğruna kalkışmadık. Halis niyetimiz Yüce Allah’ın rızasıdır.” Diyerek şahsına gösterilecek olan bu derece alâyişten ve şaşaadan utandığı için, karanlık bastıktan sonra Anadolu sahilinden karşıya hiç kimseye gözükmeden sessizce geçerek sarayına girivermiştir.
Muzaffer Yavuz Selim’in dönüşü ertesi gün kısa bir ilânla halka duyurulur. Böylece hiçbir merasim yapılmamış ve şaşaaya meydan verilmemiştir.(1)
____________________________________________________________________
- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi (İstanbul-1993), 3/256-265; Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi (İstanbul-……), 2/1-2,48,58; İsmail Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler (İstanbul-1979), 1/14-15; Osmanlı Ansiklopedisi/Ağaç Yayınları (İstanbul-1993), 2/210,218-219; Ahmed Akgündüz- S. Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı (İstanbul-1999), 137; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Ankara-1988), 2/302-305.