DR. MURAT ERGÜVEN
Kaynaklar Gerçekten Kıt, İhtiyaçlar Sınırsız Mı?

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı

KAYNAK KITLIĞI VE İHTİYAÇLAR ÜZERİNE DERİNLEMESİNE BİR DEĞERLENDİRME

Ekonomi bilimi, “insan ihtiyaçları sınırsız, ancak kaynaklar kıttır” varsayımı/tezi üzerine kuruludur. Bu anlayış, bütün ekonomik sistemin işleyişini şekillendirir ve kıt kaynakların en iyi şekilde nasıl tahsis edilmesi gerektiğine dair yöntemler geliştirilmesini öngörür. İslâmî ekonomi anlayışı ise, Allah’ın yarattığı kaynakların sınırsız olduğunu, asıl kıtlığın israf, adaletsizlik ve kötü yönetimden kaynaklandığını söyler.

Yine İslâmî ekonomi anlayışı, insanın ihtiyacını karşılaması gerektiğini kabul etmekle birlikte, ihtiyaçlarını sınırlaması ve israftan kaçınması gerektiğini de vurgular. İslâm’a göre Allah tarafından yaratılmış kaynaklar sınırsızdır, ancak insan tarafından üretilen kaynaklar kıttır.

Bugün dünya nüfusu artarken gıda, su, enerji gibi kaynakların tükendiği ve kıtlık krizinin büyüdüğü sıkça dile getirilir. Ancak mesele gerçek bir kıtlık mı, yoksa insan eliyle oluşturulmuş bir kıtlık algısı mı sorusuna dayanır. Dünya üzerinde milyarlarca insanın gıdaya erişimde sıkıntı yaşaması, kaynakların yetmemesinden değil; servetin belli ellerde toplanması, israf ve bilinçsiz tüketimden kaynaklanmaktadır.

Bu makalede, ekonomi biliminin kıtlık ve ihtiyaç kavramlarının ne anlama geldiği, İslâmî anlayışta bu kavramları nasıl ele alındığı, kaynak yönetiminin nasıl olması gerektiği ve adaletli bir ekonomik sistemin nasıl kurulabileceği detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

1. Ekonomi Biliminde Kıtlık ve İhtiyaç Kavramları

a) İhtiyaçların Sınırsızlığı Ne Anlama Geliyor?

Ekonomi bilimine göre, insanların istek ihtiyaçları sınırsızdır. Bu, insanların temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra daha fazla mal ve hizmet talep etmeye devam edecekleri anlamına gelir. Yani, bir birey belirli bir gelire sahip olsa da sürekli daha fazla tüketme eğiliminde olabilir.

Meselâ:

  • Bir insanın barınma ihtiyacı vardır, ancak küçük bir ev yerine büyük bir ev istemesi mümkündür.
  • Temel bir telefon ihtiyacını karşıladıktan sonra, daha gelişmiş bir model satın almak isteyebilir.
  • Bir kişi temel gıdaya eriştikten sonra, lüks restoranlarda yemek yemek isteyebilir.

Ekonomi bilimi, insanların yalnızca hayatta kalmak için değil, daha fazla refah ve konfor için de sürekli yeni ihtiyaçlar üreteceğini varsaymaktadır. Bu yüzden ekonomi, kaynakların nasıl tahsis edilmesi gerektiğine dair çözümler üretmeye çalışıyor. Bu durum, kaynakların kıt olduğu ve insanların her istediğini elde edemeyeceği düşüncesini doğuruyor. Çünkü sınırsız ihtiyaçları karşılamak için mevcut kaynaklar ve üretim süreçleri yetersiz kalabilir.

Ancak burada kritik bir nokta vardır: Gerçek kıtlık mı yaşanıyor, yoksa insanlar tüketim yarışına girdiği için mi kıtlık ortaya çıkıyor?

  • Kaynak kıtlığı, çoğu zaman yanlış dağıtımdan kaynaklanır.
  • Dünya nüfusunu besleyecek kadar gıda üretilmesine rağmen, milyonlarca insan açlıktan ölmektedir.
  • Temiz su kaynakları hâlâ geniş alanlara yayılmışken, bazı toplumlar susuzluk çekmektedir.

O halde kıtlık meselesini sadece doğal kaynakların azlığına bağlamak, büyük bir yanılgıdır.

b) Kaynakların Kıtlığı Ne Anlama Geliyor?

Ekonomi bilimine göre kıtlık, insanların her istediğini elde edememesi ve tercih yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmasıdır. Buradaki kıtlık, mutlak anlamda bir yokluk değil, ekonomik üretim süreçleriyle bağlantılı bir kıtlıktır.

Meselâ:

  • Dünya üzerinde bolca su bulunmasına rağmen, temiz içme suyu bazı bölgelerde kıt olabilir. Çünkü suyun arıtılması ve dağıtımı ekonomik süreçler gerektirir.
  • Altın, petrol ve doğalgaz gibi kaynaklar doğada bulunur, ancak bunların çıkarılması ve işlenmesi ekonomik maliyet gerektirir.
  • Çalışan insan sayısı sınırlıdır; bu yüzden iş gücü de kıt bir kaynaktır.

Bu nedenle, ekonomi bilimi “insanların her istediğini elde edemeyeceğini” kabul eder ve kaynakların en iyi nasıl kullanılacağını analiz eder.

2. İslâmî Ekonomide Kıtlık ve İhtiyaç Kavramları

İslâm’a göre Allah tarafından yaratılmış kaynaklar sınırsızdır. Allah’ın yarattığı kaynaklar insanın ihtiyacını karşılamaya yeterlidir. Ancak insan tarafından üretilmiş kaynaklar kıt olabilir. İslâmî anlayış, insanın her istediğini elde etmeye çalışmasının doğru olmadığını ve tüketimin bilinçli bir şekilde yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara Suresi, 29)

Bu ayet, Allah’ın yarattığı kaynakların insanlık için yeterli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak İslâm, bu kaynakların israf edilmemesi, adaletli dağıtılması ve dengeli tüketilmesi gerektiğini vurgular.

“Onlar harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur.” (Furkan Suresi, 67)

Bu ayetten anlaşıldığı gibi, insanın tüketim alışkanlıklarını kontrol etmesi ve aşırıya kaçmaması gerekmektedir. İhtiyaçların sınırsız olduğunu düşünmek, insanı israfa ve doyumsuzluğa sürükler.

İslâmî anlayış, kaynakların tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasının ana sebebini israf ve adaletsiz dağıtım olarak görür.

Buna göre:

  • İnsan her istediğini elde etmeye çalışmak yerine, gerçekten neye ihtiyacı olduğunu belirlemelidir.
  • Kaynakların yetmemesi değil, bilinçsiz tüketim kıtlık algısını oluşturmaktadır.
  • Kaynaklar bilinçli kullanılmazsa, insanlar kıtlıkla karşılaşabilir.
  • Kaynakları adaletli dağıtan bir sistemde kıtlık kavramı anlamsız hale gelir.
  • Kıtlık, adaletsiz dağıtım ve israf nedeniyle ortaya çıkar.

3. Kaynakların Doğru Yönetimi: İslâmî Çözümler

İslâmî ekonomiye göre kaynakların kıtlık algısına düşmeden verimli şekilde yönetilmesi için üç temel ilke vardır:

a) Adaletli Dağıtım

İslâm, kaynakların ve servetin belli bir kesimin elinde birikmesini önlemek için zekât, sadaka ve infak gibi sosyal adalet mekanizmaları getirmiştir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet olup çıkmasın.” (Haşr Suresi, 7)

Bu ayet, servetin sadece belli kesimlerin elinde toplanmaması gerektiğini gösterir. İslâmî ekonomi, servetin toplumda adaletli bir şekilde dolaşmasını sağlayacak düzenlemeler içerir.

Bugün dünyada büyük şirketler ve zengin ülkeler, kaynakları tekelleştirerek küresel çapta kıtlık algısı oluşturmaktadır. Kaynak kıtlığı algısını aşmanın en temel yollarından biri, kaynakların adil dağıtılmasıdır. Oysa İslâmî sistemde servetin adaletli paylaşımı teşvik edilir.

  • Zekât ve sadaka, fakirlerin de ekonomik sisteme dahil olmasını sağlar.
  • Miras hukuku, servetin tek elde birikmesini önler.
  • Faiz yasağı, zenginlerin fakirleri sömürmesini engeller.

b) Üretkenliğin Artırılması

İslâm, insanları tembellikten uzak durmaya, çalışmaya ve üretken olmaya teşvik eder.

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Suresi, 39)

Bu ayet, ekonomik kalkınmanın ancak üretkenlikle mümkün olduğunu gösterir. Tembellik ve kaynakların verimsiz kullanımı, kıtlık sorununu derinleştirir.

İslâmî ekonomik anlayışta, teknolojik gelişmeler desteklenir, toprakların işlenmesi, ticaret, sanayinin geliştirilmesi, kaynakların ve emeğin verimli kullanılması teşvik edilir.

Kaynak kıtlığı algısı, insanların üretkenlikten uzaklaşmasıyla ortaya çıkar. Eğer insanlar üretmeye devam ederse, kıtlık ortadan kalkar.

c) İsrafın Önlenmesi

Günümüz dünyasında kıtlık algısının en büyük sebeplerinden biri israftır. Kaynak kıtlığını ortadan kaldırmanın yolu, bilinçli tüketim ve israfın önlenmesidir.

“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf Suresi, 31)

İsraf hem bireysel hem de toplumsal olarak kıtlık algısını derinleştirir. Bugün dünyada gıda kıtlığı yaşanırken, diğer tarafta tonlarca gıda israf edilmektedir.

  • Tüketim çılgınlığı ve lüks harcamalar, kaynakların dengesiz kullanımına neden olur.
  • Kapitalist ekonomi, insanları sürekli daha fazla tüketmeye teşvik ederek kıtlık hissi oluşturur.
  • İslâm, ihtiyacı karşılayacak kadar tüketimi teşvik eder; aşırı harcamaları ve lüks tüketimi reddeder.

4. Kaynaklar Kıt mı, Kıtlık Gerçek mi, Algı mı?

  • Allah’ın yarattığı kaynaklar sınırsızdır, ancak insanlar tarafından üretilmiş kaynaklar kıt olabilir.
  • Kaynak kıtlığı, büyük ölçüde israf ve kötü yönetimden kaynaklanmaktadır.
  • Ekonomik kıtlık kavramı, servetin adaletsiz dağıtımından ve bilinçsiz tüketimden beslenmektedir.
  • İslâmî ekonomi, kaynakların verimli kullanımını, üretkenliği ve adil dağıtımı esas alarak kıtlık sorununu ortadan kaldırır.

Gerçek kıtlık, insanların açgözlülüğüdür. Eğer israfı bırakır, paylaşımı artırır ve üretkenliği yükseltirsek, kıtlık diye bir şey kalmaz.

Sizce dünya kaynakları gerçekten yetersiz mi, yoksa yanlış yönetim mi bizi kıtlığa sürüklüyor?

Türkiye’nin Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaşması İçin

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı

TÜRKİYE’NİN MUASIR MEDENİYETLER SEVİYESİNE ULAŞMASI İÇİN

Türkiye’nin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmesi için yüksek katma değerli üretime odaklanması elzemdir. Bu hedefe ulaşmak, yalnızca geleneksel sanayi üretimiyle değil, aynı zamanda teknoloji, inovasyon ve kaynakların verimli kullanımıyla mümkündür. Aşağıda, bu dönüşümü gerçekleştirmek için izlenmesi gereken temel stratejiler ve somut örnekler sunulmaktadır:

1. Sanayi Üretiminin Dönüşümü

Geleneksel sanayi sektörleri, Türkiye ekonomisinin temel taşlarını oluşturmakla birlikte, yüksek katma değerli üretim için bu sektörlerin teknolojiyle entegre edilmesi gerekmektedir. Meselâ:

  • Tekstil Sektörü: Akıllı tekstil ürünleri ve teknik tekstil alanlarına yönelerek global pazarda daha güçlü bir yer edinilebilir. Bugün Almanya, tekstil ihracatında yüksek katma değerli teknik tekstillere odaklanarak dünya liderleri arasında yer almaktadır. Türkiye de benzer bir strateji izleyebilir.
  • Otomotiv Sanayii: TOGG gibi elektrikli araç projeleri önemli bir başlangıçtır, ancak batarya üretimi, yazılım geliştirme ve otonom sürüş teknolojileri gibi alanlara daha fazla yatırım yapılmalıdır. Küresel otomotiv pazarının 2030 yılına kadar 8 trilyon dolara ulaşması beklenirken, Türkiye bu fırsattan pay almalıdır.

2. Yeraltı Kaynaklarının Katma Değerli Üretime Dönüştürülmesi

Türkiye, bor, krom, nikel, mermer ve nadir toprak elementleri gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Ancak bu kaynakların büyük bir kısmı ham madde olarak ihraç edilmekte, işlenerek yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülmemektedir.

  • Bor Madeni: Türkiye, dünya bor rezervlerinin %70’ine sahip olmasına rağmen, boru ham madde olarak satmak yerine, batarya teknolojilerinde ve cam, seramik, ilaç gibi sektörlerde işleyerek ihraç edebilir. Örneğin, ABD’de Tesla ve diğer büyük firmalar bor katkılı batarya ve cam üretimine yönelmektedir. Türkiye de bu alanda teknoloji geliştirmelidir.
  • Nadir Toprak Elementleri: Çin, dünya nadir toprak elementleri üretiminin %60’ını elinde bulundururken, Türkiye’nin Eskişehir’de keşfedilen rezervleri gelecekte stratejik avantaj sağlayabilir. Bu elementler, elektronik, savunma sanayii ve yenilenebilir enerji sektörleri için kritik öneme sahiptir.

3. Teknoloji ve Bilişim Üretimi: Geleceğin Anahtarı

Dünyada en büyük katma değer artık geleneksel üretimde değil, teknoloji ve bilişim sektöründe oluşmaktadır. Türkiye’nin, yazılım, yapay zekâ, siber güvenlik, büyük veri analitiği ve blockchain gibi alanlara yatırım yapması gerekmektedir.

  • Yapay Zekâ ve Büyük Veri: ABD ve Çin, yapay zekâ alanında milyarlarca dolarlık yatırımlar yaparak küresel liderliği ele geçirmiştir. Türkiye’de ise HAVELSAN ve ASELSAN gibi firmalar savunma sanayiinde yapay zekâ çözümleri geliştirirken, özel sektör ve üniversiteler de bu alana daha fazla yatırım yapmalıdır.
  • Savunma Sanayii ve Yerli Teknoloji: Bayraktar, ASELSAN ve Roketsan gibi firmalar, Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracatında öne çıkan firmalar arasındadır. 2023 yılında Türkiye’nin savunma ihracatı 4.4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu sektörün daha da genişletilmesi hem yerli üretimi teşvik edecek hem de döviz girdisini artıracaktır.
  • Elektrikli Araç ve Batarya Üretimi: Küresel elektrikli araç pazarının 2030 yılına kadar 800 milyar dolara ulaşması beklenmektedir. Türkiye, TOGG’un yanı sıra batarya üretiminde de güçlü bir konuma gelmelidir. Örneğin, Çin’in batarya üretiminde dünya lideri olması, bu alana yaptığı büyük yatırımlarla mümkün olmuştur. Türkiye’nin de benzer bir strateji izlemesi gerekmektedir.

Türkiye Nasıl Kalkınır?

Türkiye’nin küresel ölçekte rekabet gücünü artırması için geleneksel üretimden yüksek teknolojiye, inovasyona ve bilgi ekonomisine geçiş yapması şarttır. Bu hedef doğrultusunda aşağıdaki adımlar kritik öneme sahiptir:

  • Eğitim Reformu: STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) odaklı insan kaynağı yetiştirilmeli, yazılım ve bilişim eğitimleri teşvik edilmelidir. Finlandiya ve Güney Kore, bu alandaki reformlarla dijital ekonomide lider ülkeler hâline gelmiştir.
  • Ar-Ge Teşvikleri: Devlet, teknoloji girişimlerine sağladığı teşvikleri artırmalı ve özel sektörün Ar-Ge yatırımlarına destek olmalıdır. Güney Kore’nin Samsung ve LG gibi devleri, devlet destekli Ar-Ge politikaları sayesinde dünya liderleri olmuştur.
  • Sanayi-Üniversite İş Birliği: Özel sektör ve akademi birlikte çalışarak teknoloji ve inovasyon alanında gelişmelidir. Örneğin, Almanya’daki Fraunhofer Enstitüsü modeli Türkiye’de uygulanabilir.
  • Dijital Dönüşüm: KOBİ’ler ve büyük sanayi şirketleri dijitalleşmeli, Endüstri 4.0 çözümleri benimsenmelidir.

Özetle, Türkiye, ham madde ihracatçısı ve düşük katma değerli sanayi üreticisi olmaktan çıkıp, teknoloji ve inovasyon odaklı bir üretim yapısına geçerse, gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilir.

İslâm’ın Modern Rönesansı Nasıl Başlar?

DR. MURAT ERGÜVEN / ARAŞTIRMACI

İSLÂM’IN MODERN RÖNESANSI NASIL BAŞLAR?

Tarih boyunca büyük medeniyetler, ekonomik güç ve sanatsal üretim sayesinde yükselmiştir. Avrupa’da Rönesans, ticaretin gelişmesi ve sanatın özgürleşmesi sayesinde doğdu. 15. ve 16. yüzyılda İtalya’nın liman şehirleri Venedik, Cenova ve Floransa ticaretin merkezine dönüşerek sermaye birikimini sağladı; sanatçılar ve düşünürler bu ekonomik canlılık sayesinde özgürleşerek yepyeni bir entelektüel atmosfer oluşturdular.

Peki, İslâm dünyası benzer bir uyanışı nasıl gerçekleştirebilir? İslâm’ın altın çağları olarak bilinen dönemlerde sanat, bilim ve ticaret iç içeydi. Abbasîler dönemi Bağdat’ı, Endülüs’te Kurtuba, Osmanlı’nın İstanbul’u bunun en büyük örnekleriydi. Ancak zamanla bilim ve sanat, toplumsal ve ekonomik dönüşümden koparıldı; ticaretin yerini durağanlık aldı. Bugün İslâm dünyasının yeniden yükselişe geçmesi için ticaret ve sanatın yeniden canlandırılması kaçınılmazdır.

1. Rönesans ve Ekonomik Temelleri: Floransa, Venedik ve Cenova’nın Rolü

Avrupa’daki Rönesans hareketi, yalnızca sanatsal bir devrim değildi; aynı zamanda ticaretin dönüşümüydü. 14. yüzyıl itibarıyla İtalyan şehir devletleri ticaret yollarını ele geçirerek finansal sistemlerini güçlendirdi.

  • Floransa: Bankacılığın geliştiği bu şehir, Medici ailesinin desteğiyle sanatçıları ve düşünürleri finanse etti. Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi isimler, bu finansal destek sayesinde eserlerini üretebildi.
  • Venedik ve Cenova: Akdeniz ticaretinde etkin rol oynayarak Doğu ile Batı arasında köprü oldu. Bu şehirlerin zenginliği, sanat ve bilime yapılan yatırımları artırdı.

Bu ekonomik hareketlilik, Avrupa’nın kapitalizme ve sanayi devrimine giden yolda büyük adımlar atmasını sağladı.

2. İslâm’ın Altın Çağı: Ticaret ve Sanatın Yükselişi

İslâm dünyası da benzer bir dönemi yaşamıştı. 8. ve 14. yüzyıllar arasındaki dönemde, Bağdat, Kurtuba, Kahire ve İstanbul, ticaret ve sanatın merkeziydi.

  • Abbâsîler Dönemi (8-13. yy): Bağdat’taki Beytü’l-Hikme, Avrupa’ya ışık tuttu. Matematik, astronomi ve tıp alanlarında büyük ilerlemeler sağlandı.
  • Endülüs’te Kurtuba (10. yy): Avrupa karanlık çağlarını yaşarken, Kurtuba 70 kütüphaneye, 900 halk hamamına sahipti ve İslâm dünyasının bilim merkeziydi.
  • Osmanlı İstanbul’u (15-17. yy): Mimar Sinan, Fuzûlî, Itrî gibi sanatçılar ve düşünürler, Osmanlı’nın sanatsal ve düşünsel zenginliğini temsil ediyordu.

Bu dönemlerde ticaret ve sanatın iç içe olması, medeniyetin zirveye ulaşmasını sağladı. Ancak sanayi devrimi ve modern ekonomik sistemlere uyum sağlanamadığında, İslâm dünyası geri kaldı.

3. Günümüzde İslâm Dünyası: Ticaret ve Sanatın Ayrışması

Bugün İslâm dünyası, büyük bir ekonomik ve sanatsal durgunluk yaşıyor. Teknoloji üretimi ve ticaret hacmi açısından geri kalmışlık, kültürel üretimi de etkiliyor.

  • Ekonomik Zorluklar: İslâm dünyasında kişi başına düşen gelir, Batı ülkelerine kıyasla düşük seviyede. Dünya Bankası verilerine göre, 2023’te ABD’nin kişi başına düşen milli geliri 76.000$ iken, MENA bölgesi (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) ortalaması 8.000$ seviyesinde kaldı.
  • Sanatsal Üretimde Gerileme: Sinema, edebiyat, müzik ve plastik sanatlar gibi alanlarda küresel rekabet gücü zayıf. İslâm dünyasında sanatçıların ve düşünürlerin desteklenmemesi, entelektüel üretimi sınırlıyor.

4. İslâm’ın Modern Rönesansı Nasıl Başlar?

Eğer İslâm dünyası yeniden yükselişe geçmek istiyorsa, ticaret ve sanatın birleştiği bir reform sürecine girmelidir. Peki, bu nasıl sağlanabilir?

A. Ticaretin Canlandırılması

  1. Teknoloji Tabanlı Ekonomiye Geçiş:
    • Türkiye, Malezya, Endonezya gibi ülkeler, savunma sanayii, yazılım, yapay zekâ ve büyük veri gibi alanlara yatırım yaparak küresel ticarette etkin hâle gelmelidir.
    • Dubai ve Katar gibi merkezler, İslâmî finansın küresel merkezleri hâline gelerek ticareti canlandırabilir.
  2. Ticaret Ahlâkının Güçlendirilmesi:
    • Ahilik ve Medine Pazarı modelleri canlandırılarak İslâmî etik değerler ile modern piyasa ekonomisi sentezlenmelidir.
    • Ticari ortaklık ve risk paylaşımına dayalı İslâmî finans modelleri geliştirilmelidir.

B. Sanatın ve Kültürel Üretimin Desteklenmesi

  1. Sanatçılar ve Düşünürler Desteklenmeli:
    • Avrupa Rönesansı’nda olduğu gibi, İslâm dünyasında sanat ve düşünceye yatırım yapılmalıdır.
    • Büyük kültürel festivaller, bienaller ve sergiler düzenlenerek sanatçılar teşvik edilmelidir.
  2. Modern Medya ve Dijital Sanatın Geliştirilmesi:
    • Netflix, Disney+ gibi platformların karşısında İslâmî temaları işleyen, ancak evrensel sanat ve sinema dili kullanan prodüksiyonlar desteklenmelidir.
    • Dijital sanat ve NFT gibi yeni sanat formlarına yatırım yapılarak sanatçılar küresel piyasaya açılmalıdır.

Yeni Bir Medeniyet İnşası Mümkün

Tarih bize gösteriyor ki ticaret ve sanatın birleştiği toplumlar yükselir. Avrupa, Rönesans’ı ticaret ve sanata yaptığı yatırımla başlattı. İslâm dünyası ise altın çağlarında bu formülü başarıyla uyguladı, ancak zamanla kaybetti.

Bugün, İslâm dünyasının yeniden yükselişe geçmesi için:

  • Sanayi ve teknolojiye dayalı üretim artırılmalı
  • Ticaret ahlâkı güçlendirilerek küresel pazarda rekabetçi olunmalı
  • Sanata ve kültürel üretime yapılan yatırımlar artırılmalı

Bir medeniyet, bilim ve sanatla yükselir. Eğer İslâm dünyası ticaret ve sanatı yeniden birleştirebilirse, tarih sahnesinde hak ettiği yeri alacaktır.