DR. MURAT ERGÜVEN
Uteybe’yi Arslan Nasıl Parçaladı?

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı Yazar

UTEYBE’Yİ ARSLAN NASIL PARÇALANDI ?

Ebu Leheb, Hz Peygamber Aleyhisselam’ın amcası ve azılı düşmanlarından biriydi. Öfkelendiği zaman yanakları kızardığı için Ebu Leheb (alev babası) lakabıyla meşhur olmuştur.

Mekke’nin ileri gelenleri arasında olan Ebu Leheb, İslâmiyet’ten önce Hz Peygamber’in dostuydu. Ve iki oğlundan birini O’nun kızıyla evlendirmiş, diğerini de yine O’nun kızıyla nişanlamıştı. Ancak peygamber olduktan sonra şiddetle kendisine karşı çıktı.     

Rasûl’i Ekrem Aleyhisselam, Safa Tepesi’nde ilk olarak Kureyş’e açıktan ilahi davette bulunmuştu. Dinleyenler arasında bulunan Ebu Leheb, söylenenlere çok kızıp, bağırdı. Ve çirkin sözler söyledi.

Bundan böyle Ebu Leheb, Hz Peygamber’i devamlı takip ederek, O’nun bir sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine düşürdüğünü, sözlerine itibar edilmesi gerektiğini söylüyordu.     

Ebu Leheb, Hz Peygamber’in (önceden dostu ve) amcası olduğu halde Müslüman olmadığı gibi, Resûlullah’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmaktan da asla geri kalmazdı.

Evi Hz Peygamber’in evinin hemen yanında olduğu için O’nun evini sık sık taşa tutar veya başkalarına taşlatırdı. Hatta bununla da kalmaz, kapısının önüne leş ve benzeri her çeşit pisliği atmaktan çekinmezdi.

Ebu Süfyan’ın kız kardeşi olan karısı Ümmü Cemil de, Rasûl’i Ekrem’in en şiddetli muhalifi ve düşmanıydı. Kocası gibi o da eliyle ve diliyle çok eziyet ederdi.

Hz Peygamber’in geçtiği yollara her gün bıkmadan usanmadan sert dikenli çalılar döküp saçar ve bundan zevk alırdı. Oğulları Utbe ve Uteybe de ana babası gibi Resûlullah’ın büyük düşmanlarındandı.

Ebu Leheb ve karısının Resûl-i Ekrem’i rahatsız eden bu davranışları üzerine Tebbet Suresi nazil oldu.

Bu surenin nazil olmasından sonra Ebu Leheb’in oğullarına babalarının emirleriyle evli ve nişanlı oldukları Hz peygamber’in iki kızını boşadılar.

Bu olay şöyle olmuştur. Peygamber Aleyhisselam’a Peygamberlik gelmeden önce Ebu Leheb’in oğlu Uteybe ile Peygamberimiz’in kızı Ümmü Gülsüm evlenmişti. Hz Peygamber’in diğer kızı Rukıyye de Ebu Leheb’in oğlu Uteybe ile nişanlı olup henüz evlenmemişlerdi.

Tebbet Suresi nazil olunca Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil, oğullarına: ‘Oğullarım, Muhammed’in kızlarını boşayın. Çünkü onlar dinden çıkmışlardır. Eğer onları boşamazsanız aranızda kalmak bize haram olsun.’  dediler.

Bunun üzerine Uteybe, Resûlullah’a gelerek; ‘Ben senin dinini tanımıyorum. Kızını da boşadım. Artık ne sen beni sev, ne de ben seni seveyim. Ne sen bana gel, ne de ben sana geleyim.’ Diyerek Peygamberimiz’e saldırıp gömleğini yırttı.

Hz Peygamber Uteybe’nin bu davranışına karşı; Yarabbi! Buna canavarlarından birini musallat et! Diye dua etti. Bunu duyan Ebu Leheb Muhammed’in oğluma bedduasından korkuyorum diyerek endişelenirdi.

Uteybe tacirdi. O sırada Şam’a gitmek için kervanla yola çıktı. Zerka diye anılan bir yerde geceleyin konakladılar. O gece bir arslan gelip edraflarında biraz dolaştıktan sonra dönüp gitti.

Başına bir hal geleceğinden korkan Uteybe; ‘Vay anam vay! Vallahi Muhammed’in dediği gibi bu arslan beni yiyecek.’ Diyerek iyice telaşlandı.

Arkadaşları Uteybe’yi emniyete almak için ortalarına alıp öylece uyudular. Arslan gene geldi. Yavaş, yavaş koklaya koklaya, uyuyanların arasından geçerek Uteybe’nin yanına kadar sokuldu. Uteybe’nin başını yakalayıp, öyle bir ısırdı ki hemen işini bitiriverdi. Ebu Leheb’in ve Uteybe’nin korktukları başlarına geldi!

Hz Osman, önce Rukıyye ile evlendi. O’nun ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm’le evlendi. Bundan dolayı O’na ‘Zinnureyn-iki nur sahibi’ denmiştir.(1)

____________________________________________________________________

(1) M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi (İstanbul–2001), 1/352-358; M. Yusuf Kandehlevî; Hayatü’s-Sahabe (İstanbul-1991), 1/24 3-244; M. Ali Kapar, Ebu Leheb/TDV-İslâm Ansiklopedisi (İstanbul-1994) 10/178; Türkiye Gazetesi/Yeni Rehber Ansiklopedisi, Ebu Leheb (İstanbul-1992), 6/120.

Üç Üzüm Tanesi Nasıl Üç Küp Altın Oldu?

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı Yazar

ÜÇ ÜZÜM TANESİ NASIL ÜÇ KÜP ALTIN OLDU?

İbrahim Ağa, Arakiyeciler Çarşısı’ndaki dükkânında takke ve arakiye (kavuğun içine giyilen ter-lik)  yapıp satarak geçinen ‘sofu’ bir kimseydi.

İbrahim Ağa, bir gece rüyasında:

– Bağdad’a git,  Medinetü’s-Selam Köprüsü’nden geçip İmam-ı Azam Kapısı’ndan gir. Köprünün tam karşısında bir hurma ağacı ve buna sarılı bir asma var. O asmadan üç üzüm tanesi kopar ve ye! Senin kısmetindir. Diye sabaha kadar seslenildiğini gördü. Fakat bu rüyaya pek önem vermedi. Ve ‘Hayırdır inşallah’ deyip geçti.

Doğrusu üç üzüm tanesi için o günün zor şartlarında Bağdad’a gitmeyi aklından bile geçirmedi. Ancak aynı rüyayı bir müddet sonra tekrar gördü.

Ve her gece de görmeye devam etti. Nihayet bu işin içinde bir başka iş olduğunu sezerek, ne olursa olsun Bağdad’a gitmeye karar verdi. Ve hazırlıklarını tamamladıktan sonra İstanbul’dan ayrıldı.

Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra 4-5 ay içinde Bağdad’a vardı. Medinetü’s-Selâm Köprüsü’nden geçerek İmam-ı Azam Kapısı’ndan girdi. Ve köprünün tam karşısında hurma ağacına sarılı asmayı görünce yüreğine su serpildi.

Çok acıktığından önce bir lokantaya girip karnını doyurdu. Sonra, asma ağacının kimsenin malı olmadığını öğrenince, o asmadan bir salkımdan üç tane üzüm koparıp yedi.

Tatlı, hoş kokulu ve güzel bir üzümdü… Artık rüyası gerçekleşmişti; biran önce İstanbul’a dönebilirdi… İstanbul’a giden kervanın hemen bugün Cuma Namazı’ndan sonra Acem Çarşısı Kapısı’ndan kalktığını öğrendi. Fakat bu kapı şehrin taa öbür ucundaydı.

Bu sırada, deminden beri orada oturan birisi, yanına yaklaştı ve kendisinin de o tarafa gittiğini, isterse onu da götürebileceğini söyledi… Adam ile İbrahim Ağa yolda giderken, adam İbrahim Ağa’nın İstanbul’dan bugün, biraz evvel gelip aynı gün geri döneceğini öğrenince şaşırdı ve:

– Sanki o asma ağacından üç üzüm yemek için gelmişsin! Dedi.

– Doğru, zaten bunun için geldim.

Adam hayretler içinde kaldı… Bunun üzerine İbrahim Ağa bütün macerasını adama anlattı. Bu ise adamı iyice şaşırttı. Ve:

– Senin gerçekten aklından zorun var! Bir rüya için bu zahmete katlanılır mı?  Mesela ben, son bir yıldır bir rüya görüyorum… Rüyamda bana ‘Kalk İstanbul’a git. Orada, Topkapı Semti’nde Arakiyeci İbrahim Ağa’nın kömürlüğünde üç küp altın var.

Çıkar, al.’ Diyorlar. Ama ben senin gibi divane olmadığımdan hiç aldırış etmiyorum. Yoksa benim için İstanbul’ gidip, o evi bulup, bir misli fazlasına satın almak çok zor bir iş değil. Fakat buna inanmadığımdan yapmıyorum.

İbrahim Ağa, işte o zaman ayağına gelen kısmetin ne olduğunu anlayarak hiç sesini çıkarmadan, hemen kervanla yola çıktı…

İstanbul’a varınca kömürlüğü yoklayıp hakikaten üç küp altın olduğunu gördü. Daha sonra altınları,  fırsat buldukça kimseye çaktırmadan, yavaş yavaş daha emin bir yere taşıdı.

Sonra 1573 yılında Takkeciler Camii’ni yaptırmaya başladı. Camii 23 yılda tamamlandı.

Böylece aynı zamanda Türk çiniciliğinin ve süsleme sanatının emsalsiz örneklerini ihtiva eden bu muhteşem eser meydana geldi. Ancak çok yazık ki: bu camiin o emsalsiz çinilerinin yarısı sökülüp Avrupa’ya taşınmıştır..! (1)

_____________________________________________________________

(1) Midhad Sertoğlu, İstanbul Sohbetleri (İstnbul–1992), 151-155.

Habibullah Üstün Hoca Efendi

Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı

HABİBULLAH ÜSTÜN HOCA EFENDİ

Habibullah Hoca Efendi (1926-1984), Gerede’de yetişen ve hem dinî hem de fenni ilimlere önem veren önemli bir Şahsiyettir. 

1926 yılında Demirciler Mahallesi’nde doğan Habibullah Hoca’nın babası “Koca Müftü” lakaplı Kemaleddin Efendi, annesi ise İstanbul Beşiktaş doğumlu Hatice Hanım’dır.

Habibullah Hoca Efendi, ilkokulun üçüncü sınıfına kadar Ziya Gökalp İlkokulu’nda (günümüzde Halil Nom İlköğretim Okulu) okudu. Aynı zamanda dinî eğitimini de sürdürdü. Okulu bitirdikten sonra da dinî tahsiline devam etti.

Babasıyla birlikte hafızlık çalışmaları yaptı ve Kemaleddin Efendi’den Arapça öğrendi. Dinî tahsilini tamamladıktan sonra Demirciler Mahallesi’ndeki Muharrem Usta’nın yanında tornacı çırağı olarak çalışmaya başladı. İki yıl boyunca tornacılık yapıp meslek öğrendi ve askerlik hizmeti için orduya katıldı.

Askerden döndükten sonra Hacı Muharrem Efendi’nin kızı ile evlendi. Tornacılığı sürdürürken, babasının başlattığı ancak tamamlayamadığı ayakkabı kalıp tezgâhlarını bitirdi.

Teknik ve icatlara büyük ilgi duyan Habibullah Hoca, Gerede’de bir ilke imza atarak hayvan gücüyle çalışan un ve tuz çekme sistemini kurdu. Aynı zamanda Gerede’de ilk defa gazoz makinesi yaparak gazoz üretimine başladı.

Sanayiye, üretmeye ve imalata önem veren Habibullah Efendi, mermercilik, tornacılık ve demircilik gibi mesleklerle de ilgilendi. Keçi ve diğer hayvan boynuzlarından tarak imal etti.

1950 yılında imam oldu ve Hacı Emin Efendi Camii’nde hem vaizlik hem de imamlık görevlerini yürütürken, geçimini tuzculuk yaparak sağladı. Aynı zamanda sanayi ve teknik alanlarda çalışmalarına devam etti.

Gerede’deki Değirmenbaşı mevkiinde, günümüzde meslek lisesinin bulunduğu yerde,

eski bir su değirmenini dizel motorla çalışan bir değirmene dönüştürdü. Böylece Gerede’de ilk kez dizelle çalışan bir su değirmeni kurmuş oldu.

Habibullah Hoca, teknolojiye ve icatlara olan merakı sayesinde burada da bir ilki gerçekleştirerek sanayi alanında önemli adımlar attı. Üretim ve teknolojiye büyük ilgi duyan Habibullah Efendi, bir din adamı olmasına rağmen Türkiye’de ilk defa yerli otomobil üretimi konusunda da çalışmalar yaptı. Motor aksamı dışında, otomobilin tamamını kendi imkânlarıyla tornacı dükkânında üretti. Kaporta, direksiyon ve tekerlekler dahil birçok parçasını bizzat kendi elleriyle yaptı.

Onun asıl hedefi sadece bireysel üretimler yapmak değil, seri üretim gerçekleştirebilecek makineler geliştirmekti. Sanayileşmeye ve yerli üretime büyük önem verdi.

Sanayileşme ve seri üretim konusunda da çalışmalarda bulunan Habibullah Hoca, şu makineleri ve eşyaları üretti: 

  • – Otomobil
  • – Çamaşır makinesi 
  • – Bisiklet 
  • – Boru kıvırma makinesi (sandalye yapımı için) 
  • – Sandalye imalatı 
  • – Define arama makinesi 
  • – Mermer süs eşyaları 

Yaptığı bisikleti ve arabayı oğlu Emin Üstün, Gerede Panayırları’nda kiraya vererek gelir elde etti.

1976 yılında, 50 yaşında iken imamlıktan emekli oldu ve İstanbul’a taşındı. 4. Levent’te Sanayi Mahallesi’nde oğullarıyla birlikte lif ve pres üretimi yapmak amacıyla Lifsan Hidrolik Sanayii’yi kurdu ve burada 1984 yılına kadar çalıştı.

Aynı zamanda Ebu-l Leys Semerkandî Hazretleri’nin “Tembih-ül Gafilin” ve “Bostan-ül Ârifin” eserlerini yarıya kadar tercüme etti ancak yayınlayamadan vefat etti.

Gerede’deki imam ve müftüler ile eşrafın katıldığı “Hademe-i Hayrat” adı altındaki hayır çalışmalarına katıldı. Birçok cami, çeşme, yol tamiri ve İmam Hatip Okulu gibi hayır işlerine katkıda bulundu.

Etkileyici hitabetiyle bilinen Habibullah Efendi, vaazlarıyla dinleyenlerini derinden etkilerdi. Son derece yumuşak kalpli ve duygusal bir insandı. Dinî ilimlerin yanı sıra fen ve teknik konulara da büyük ilgi duyan Habibullah Hoca, 4 Eylül 1984 yılında vefat etti. Kabri, Gerede’nin Çoğullu Köyü’nde, babası ve dedesinin bulunduğu aile kabristanında yer almaktadır.

Eşi Mesrure Üstün 2019 yılında vefat etmiş olup Gerede şehir mezarlığına defnedilmiştir.

Oğulları:

  • A. Emin Üstün: Emin Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı olup; 26 Aralık 2019  tarihinde ticari anlaşmalar yapmak üzere gittiği yurt dışında vefat etmiştir.
  • Abdurrahman K. Üstün: Camel Dış Ticaret’in sahibi olup Romanya’da ticaret yapmaktadır. Ayrılıncaya kadar Emin Holding’de de çalışmalarını sürdürmüştür.
  • M. Kemal Üstün: Halen Amerika’da ticaret yapmaktadır. Ayrılıncaya kadar Emin Holding’de de çalışmalarını sürdürmüştür.

Kızları:

  • Ayşe Deniz: İstanbul Sarıyer’de yaşamaktadır. Eşi, İstanbul Sarıyer eşrafından reis Hüseyin Deniz beydir.
  • Hatice Özcan: Gerede’de yaşamaktadır. Eşi, araştırmacı yazar merhum Yusuf Özcan Hoca Efendi’dir.
  • Münire Özçelik: Gerede’de yaşamaktadır. Eşi, eski Gerede Vaizi Mustafa Özçelik Hoca Efendi’dir.

Kaynaklar: Merhum Yusuf Özcan (v. 2013), Merhum A. Emin Üstün (v. 2019), Muharrem Kemal Üstün, Abdurrahman Üstün.

Görsel Kaynağı: https://www.eminevim.com/Images/Dergiler/4000Baslik_dergi24.pdf