Başını Vermeyen Şehid
Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı
BAŞINI VERMEYEN ŞEHİD
Devir Kânunî devriydi. O zamanlarda Avrupa sınırımızda Girijgal Palankası diye küçük bir kale vardı. Girijgal Palankası Zigetvar’ın yaklaşık bir kilometre yakınlarındaydı. Kıral Ferdinad ile anlaşma olmasına rağmen sınır boylarındaki düşman askerleri ve eşkıyaları Osmanlı halkına saldırıyor ve gazilerin hışmından kaçıp Kapuşvar Kalesi’ne sığınıyorlardı.
Bunun için savaş sanatının aslanları gazi beyler bu kale üzerine gönderilirler (1554). Düşman kaleden çıkıp gazilerle çarpıştıysa da sonunda zaferi Türkler kazanır. Fethin nişanesi kalenin burçlarına bayraklar dikilir ve ezânlar okunur.
Burası fethedildikten sonra Kartina ve Bobofça kaleleri de fethedildi. Sonra Zigetvar Kalesi kuşatılmak üzere Zigetvar Ovası’na inilip hazırlıklar yapıldıysa da kış yaklaştığından kuşatmadan vazgeçildi.
O günlerde Girijgal Palankasındaki bütün genç mücahidler Kapuşvar’ın fethine gittiklerinden Ordu-yu Hümâyûnla Zigetvar yakınlarına inmişlerdi. Böylece Girijgal muhafızı Ahmed Bey ile yiğit gazileri kaleden bir hayli uzak düşünce, Zigetvar muhafızı Kıraçin, fırsat bu fısat deyip Girijgal üzerine yürüdü.
Düşman askeri palankayı sarınca civardaki Türk kalelerinden yardım istemek için imdat topları atıldı. Çünkü buradaki gaziler gayet azdı. Düşman askeri binden fazla olup kimisi atlı kimisi piyade idi. Girijgal’de ise sadece yüz on dört kişi vardı. Dışarı çıkıp savaşamayacaklarını düşünüp kaleye kapandılar.
Kıraçin, palankaya adam gönderip: “Girijgal’i vire/anlaşma ile teslim edip gitsinler. Kendilerine hiçbir zarar vermeyeceğim.” Diye haber saldı. Kaledeki gaziler aralarında müzakere ettiler.
Kaleyi teslime kimse razı değildi. Gazilerin burnunda gaza ve şehâdet tütüyordu. Hemen çıkıp cenk etmek niyetindeydiler. Gaziler bunun için kadıdan kalenin kapısını hemen açmasını istediler.
Kadı ise onlara: “Ey meydan erleri, Şah-ı Gazi Han Süleyman aşkına beni dinleyin. Maksadım sizi gazadan menetmek değil. Bugün baş ve can feda olsun. Yarın Kurban Bayramı, bugün Cuma ve arefe günü.
Bugün bütün hacılar ve mü’minler bizim gibi gazilerin muzaffer olması için Allah’a dua edip yalvarıyorlardır. Biz de Cuma namazımızı kılalım, gözyaşı döküp duamızı edelim. Sonra cenge çıkarız. Kalanımız gazi, ölenimiz şehid olsun.” Diye nasihatte bulundu.
Böylece Cuma vaktini bekleyip, hep birlikte namazlarını kıldılar ve dualarını ettiler. Aradan hayli zaman geçtiğinden düşman; “Türkler aralarında teslim olmak için konuşuyorlar sanıp” kaleyi teslim almak için beklerken kapı açılıp gaziler hep birden hücuma geçince şaşkına döndüler.
Gözünü budaktan sakınmayan yiğit gaziler vardı. Bunlara “deli” derlerdi. Gazi Mehmed ve Gazi Hüsrev de bunlardandı. Biri bir kola, biri diğer kola baş olmuştu.
Evvelce atılan haber toplarını civar kalelerden duyanlardan 10–15 gazi tuzu dumana katarak yıldırım gibi imdada geldiler. Düşman askeri de koca ordu geliyor sanıp bir hayli ürkmüştü. Kaleden çıkan gaziler kıyasıya savaşıyorlardı. Fakat şiddetli cenk esnasında Deli Mehmed adlı cengâver gazinin kesildi başı ve ayrıldı bedenden. Kesen o kafir aldı başı eline, götürüyordu onu kendi iline.
Deli Hüsrev bunu görüp haykırdı: “Mehmed! Mehmed! Ne yatarsın, başını aldı gitti. Revadır canı verdin, kıyma bari başa.”
Yerde başsız yatan Deli Mehmed, canlıymış gibi hemen fevri yerinden fırladı kalktı. Eliyle o lanet kâfire vurduğuyla düşürdü atından. Ve kendi kesik başını aldığıyla yerden, hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi yığılıverdi birden.
Bu hâl acayip bir hâl ve farklı bir manzaraydı. Ne kimse gördü o ânı ne de işitti. Bu hâli gören bir kadı bir de Hüsrev gaziydi. (1)
_______________________________________________________________________________________
- (1) Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi (Ankara–1992), 1/ 251–255.