Hattat Hafız Osman Parasız Kalınca
Dr. Murat Ergüven-Araştırmacı
HATTAT HAFIZ OSMAN PARASIZ KALINCA
Bütün İslâm ülkeleri içinde İslâm yazısını taklid edilemez mükemmeliyette yazanlar Türk hattatları olmuşlardır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim için “Hicaz’da indi, Kahire’de okundu ve İstanbul’da yazıldı” denilmiştir. İstanbul’da yetişmiş en büyük hattatlarımızdan biri de bu sanatta ekol sahibi olmuş Hafız Osman Efendi (1641–1699)’dir.
Babası onu zor geçim şartlarına rağmen en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştı; Kur’an-ı Kerim’i ezberletti ve bildiği kadar da musıkî öğretti. Ancak Hafız Osman’ın en büyük tutkusu yazmaktı.
Hafız Osman Efendi, yazmaya olan büyük ilgi ve tutkusundan dolayı en meşhur hat üstadlarından dersler aldı. Ve bu meslekte öyle yükseldi ki tamamen kendisine mahsus, taklid edilemeyen parlak bir üslub geliştirdi. Böylece sanatında erişilemez üstadlar arasına girdi. Üstadı Şeyh Hamdullah’tan sonra farklı bir tarzda yeni bir ekol oluşturduğu için sanat erbabı arasında “Şeyh-i Sani” yani “İkinci Şeyh” diye anılmıştır.
Gitgide artan bir şöhrete ulaşan Hafız Osman Efendi, her yerde aranır oldu. Büyük konakların baş tâcı haline geldi. Devlet ricali bile onu yanlarında tutabilmek için birbirleriyle adeta yarışıyorlardı. Daha sonra sarayda II. Mustafa (1664–1703)’ya yazı hocalı yaptı. Ve bu padişahın iltifat ve ihsanına mazhar oldu.
Hafız Osman Efendi, yokluk içinde yetiştiği için yoksulların halinden anlar, eline geçen parayı onlara dağıtırdı. Çok para kazandığı halde, bu yüzden servet sahibi olamamıştır. Kendisi de zamanında kabiliyetinden dolayı himaye edildiğinden, padişahın yazı hocasıyken bile eski günlerini hatırından çıkarmayarak alçak gönüllülüğü elden bırakmamıştır.
Hattat Hafız Osman Efendi’nin meşhur ve ilginç bir de anısı vardır:
Üstad, bir gün Üsküdar’dan Eminönü’ne geçmek için bir dolmuş kayığına biner.. Ancak yolda hiç parası olmadığının farkına varır.. Çünkü o gün nesi varsa muhtaçlara dağıtmıştır.
Bunun üzerine dividini, yani portatif yazı takımını çıkarıp bir “Wav” harfi yazar. Ve bu kâğıdı Sirkeci’ye yanaşıp herkes dolmuş parasını ödediği sırada kayıkçıya uzatıp:
- Yanıma para almamışım, ama sen bunu al. Kime götürsen para yerine geçer, der. Ancak kayıkçı böyle şeylerden anlamadığından; var git başımdan diyerek, adeta onu kovsa da Hafız Osman, onun bu sözüne aldırmayarak:
- Sen hele bir al da başkasına bir göster! Deyip gider..
Aradan epey zaman geçer. Kayıkçının işi bir gün bedestene (değerli mücevher ve eşyaların satıldığı üstü kapalı çarşı) düşer.. Burada bazı yazıların açık artırma ile iyi paraya satıldığını görünce, cebindeki o divanenin!
Yazdığı şeyi çıkarıp açık artırmacıya verir. Adam bunu görür görmez Hafız Osman ‘Wav’ı olduğunu anlayıp ilk önce bunu artırmaya koyar. Ve bu yazı (WAV) öyle artırılır ki, kayıkçının eline bir haftalık kazancına denk para geçer.
Üstad, günlerden bir gün aynı dolmuş kayığına denk gelir ve inerken dolmuş parasını uzatınca, onu hemen tanıyan kayıkçı:
- Efendi, senden para istemem. Sen bana o geçen gün yazdığından bir tane daha yaz yeter.. Dese de, Hafız Osman:
O dediğin her zaman olmaz, diyerek ücretini öder.. (1)
(1) Midhat Sertoğlu, İstanbul Sohbetleri (İstanbul–1992), 267-271.